Bir müzik dinledim, hayatım değişti

Kader ağlarını örüyormuş her zamanki gibi de ben pek bilemiyormuşum o zamanlar. İlk eşimden ayrılıp da bıraktığım üniversiteme yeniden dönmenin sevinciyle, yeni arkadaşlar edinmenin heyecanıyla geçiyor günlerim. Sağ olsun bu yeni arkadaşlar beni de “okurken çalışanlar” sınıfına dahil etmek için seferber oluyorlar, öğrenciler arasında o zamanki moda işlerden biri olan “casino” olayıyla tanışıyorum. Güzel para kazanılıyor, çok da iyi bahşiş çıkıyormuş, öyle söylüyorlar.


Krupiye olmak istemiyorum hiç, rakamlarla uğraşmayı hiç istemediğimden ve fakat insanlarla iletişim kurmayı sevdiğimden, garson olmayı seçiyorum. İyi ki öyle yapmışım.


İngilizler işverenimiz ve ben bunun vize almayı kolaylaştırıcı bir şey olduğunu düşünüp, uygulamaya geçiyorum ve tatil günlerimi de birleştirip bir arkadaşımla Londra’ya dört günlük geziye çıkıyoruz.


Yine şu bizim İngilizlerden öğrendiğim bir müzik kasetini de alıp dönüyorum işe.


Dave Grusin’in Mountain Dance’i. Bir iş- arasında hemen kasedimi çalıyorum dinlenme odasında, bir heves. Derken, oyun salonundan dinlenme odamıza giren bir arkadaş, müziğe kulak kesilip soruyor: “Kim dinliyor bu müziği?” Hemen cevaplıyorum tabii. “A aaa, benim abimde de var bu kasetten” diyor. Hemen kanka oluyoruz kızla. Başlıyor anlatmaya, abisi davul çalarmış, fotoğraf çekermiş, acayip müzik sevdalısıymış, çok acayip arşivi varmış, plaklarını öyle herkese elletmezmiş, çok titizmiş. Müzik sever ha?


Eh, ben de kız lisesi mezunu olup, bi kız arkadaşının dişe dokunur abisi olmamış -amcası, teyzesi, halası olmadığından kuzeni de olamamış ki onların arkadaşları olsun şöyle yakışıklı filan- bir kızım. Kulaklarım oynuyor “abi” lafını duyunca ama sadece o kadar.


Yeni dostumla çok mutluyum; aynı yakasında oturuyoruz İstanbul’un ve bize geliyor mesela, birlikte zaman geçiriyor, sonra da işe birlikte gidiyoruz karşı yakaya; işe başlama saatleri akşamüstünden akşama kadar uzandığından buna rahatça imkân buluyoruz. Pek çok ortak yönümüz var. O da taşları, kedileri, gün batımlarını fotoğraflamayı, gümüş takıları, kitapları seviyor ve tabii ki müzik dinlemeyi.


Sonunda davet ediyor beni evine, yaşasın! Abiyi görebilecek miyim acaba? Maalesef abi evde yok bu kez ama tarihi eseri ziyaret eder gibi girdiğim odasında plaklarını ve müzik sistemini görüyorum. Piyyuuuuuu. Doğduğunuzda sizin de beşiğinize pilli radyo koysalardı görürdüm sizi de. Değişik bir durumla karşı karşıya olduğum kesin. Hay Allah, iyice merak ettik şimdi abiyi. Kim bu abi?


Yıl 1989, aylardan Kasım, bir izin günümde yine davet geliyor yeni kız arkadaşımdan. O zamanlar kadın kimliğimi reddetme dönemimdeyim; ayağımda botlar, kafamda rahmetli dedemin fötr şapkası, kadife ceketiyle geziyorum; gözümde de bir zamanların modası kelebek gözlükler var. İşte böyle bir kılıkla gidiyorum misafirliğe…


Arkadaşım hemen tanıştırıyor abisiyle. Abi de ağır abiymiş, “amma da ciddi adam” diye geçiriyorum içimden. Kız kardeşinin yaptığı resimleri fotoğraflıyor, çok ciddi olacak tabii. Bu güzel resimler, arkadaşlara yılbaşı kartı olarak yollanacaklarmış, plan böyle.


Biz arkadaşımla sohbet- muhabbetle kakara kikirisi bol saatleri, çay-kahve ve şahane müzikler eşliğinde geçiriyoruz. Bir de “abi”nin ciddiyetiyle. Hmm, çok güzel veriler bunlar. Çukur çene de pek sevmem ama pek yakışmış doğrusu. Aklım bir gidip bir gelse de yüreğim güzel bir dostluğun başlayacağını hissediyor. Heyecanlanıyorum.


Haydi hayırlısı…


Bir daha ne zaman görüşeceğiz acaba?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.