Kuzey İspanya ile Güneybatı Fransa arasında muhteşem bir Pirene güzergâhı var. Bilbao’dan San Sebastian’a, St. Jean de Luz’dan Biarritz’e bu rotada çok farklı lezzetler ve duygular sizi bekliyor.


Paulo Coelho’nun Hac romanında okumuştum Pirene Dağları’nı. O gün bugün o dağlarda bir otomobil yolculuğu yapmayı planlar dururdum. Renault, ilk şehirli “crossover” aracı Captur’un tanıtımı için Pireneler’in Biskay Körfezi’ne doğru olan uzantısını da içine alan bir rota seçtiğinde, buralarda turlamak kaçınılmaz oldu.


Bask bölgesinin dağ yollarında ve kıyılarında, kimi zaman vahşileşen bir coğrafyada yolculuk... Ara aramolalar, kıyılarda uzun voltalar ve Bask mutfağının doyumsuz tatları...


Yollardayız. Pireneler’in batı uzantısında, Kuzey İspanya ile Güneybatı Fransa’nın arasında bir güzergâhtan bahsediyorum. Bilbao’dan çıkıp en güzel Bask şehirlerinden San Sebastian, sonra Güneybatı Fransa’daki küçük ama güzel şehirlerden St. Jean de Luz ve sıcakkanlı şık Biarritz’de son finiş... Yaklaşık 150 kilometrelik bu yol arada küçük balıkçı kasabaları, dağ köyleri ve kıyı şehirlerini içine aldığınızda, nereden baksanız 500 kilometrelik bir yolculuk. Bu yolculuğun en önemli kurallarından biri, otobanlardan ziyade kıyı şeritlerini, dağ yollarını tercih etmekti.


İspanya tarafında bizim“tapas” diye bildiğimiz ancak Baskların ısrarla “pintxos” (pinços) diye adlandırdıkları ünlü atıştırmalıkları tatmak, Baskların yaban eriği aromalı likörü patxaran’ı (paçaran) içmek ya da çok düşük alkollü Cider’i yudumlamak, Rioja bölgesi şaraplarını almak; Fransa tarafında Fransız peynirlerini, Bayonne jambonlarını, St. Jean de Luz ve Biarritz balık lokantalarında levrek ve hamsi yemek, (hamsi demişken, Biarritz ve çevresi pek çok bakımdan bizimKaradeniz kıyılarıyla benzeşir) ve Fransızların rakısı pastis içmek, Bretonlu kadın balıkçılardan balık almak... Hepsi birkaç güne sığdırabileceğiniz bu rotada mümkün.


İspanya tarafı

Bilbao, 1milyonluk nüfusuyla Bask bölgesinin en büyük şehirlerinden. Burası özellikle sıra dışı tasarımıyla adını sık duyduğumuz Guggenheim Müzesi’yle biliniyor.Mimar Frank Gehry’nin tasarlarken Bask bölgesi sanatçıları ve sanat eserlerinden ilham aldığı bumüzeyi ziyaret etmeden olmaz. Şu sıralar çok da güzel bir sergiyle gündemde Guggenheim. “L’art en guerre” adlı sergi, 1938-1947 arası, yani savaş dönemi eserlerinden oluşuyor. Picasso’dan Dubuffet’ye kadar pek çok ünlü sanatçının eseri sergileniyor.


Özellikle Picasso’nun savaş dönemi boyuncamodeli ve partneri olan DoraMaar’ı kendi stiliyle resmettiği “Koltukta Oturan Kadın” adlı çalışması çok ilgi görüyor.Müzede yer alan başka bir sergi deminimalist sanatçı Richard Serra’nın devasa işleri. Kısa bir şehir turundan sonra benim kısaca “Bask güzeli” diye adlandırdığımSan Sebastian’a geçme zamanı geliyor. Yaklaşık 100 kilometrelik, ağırlıklı olarak dağ yollarında süren bir yolculuktan sonra karşımıza çıkan iki dağın arasındaki vadiye konumlanmış küçük Bask şehri, sakin ve uzun plajları, film festivali, Urgull Tepesi ve Michelin yıldızlı restoranlarıyla ünlü. Şansıma Maria Cristiana Oteli’ndeki odam San Sebastian Film Festivali’nin yapıldığı Kursaal Kongre Sarayı’na bakıyor. Urumea Nehri’nin Biskay Körfezi’ne döküldüğü yerdeyim.


Hemen sağımda Zurriola Plajı, solumdaki burnun arkasında İstiridye Plajı ve ünlü Urgull Tepesi var. Arada eski şehrin bulunduğu dar sokaklarda iseMichelin yıldızlı restoranlar ve pintxos restoranları... Uzun bir gece oluyor; ilk pintxos’lara patxaran ve yörenin beyaz şarabı Txacoli eşlik ediyor. Gece Victoria Eugenia Tiyatrosu’nun girişindeki Victoria Café’de son buluyor. Ertesi gün ise sörf plajında güneşin ilk ışıklarıyla bir San Sebastian keşfi var. Plaj günün ilk saatleri olmasına karşın kalabalık sayılır. Sörf yapanlar, koşanlar, köpeklerini gezdirenler... Ardından sörf plajının en güzel mekânlarından Salt’ta espresso keyfi. Ve yine uzun yürüyüşler.

Fransa tarafı

Kıvrımlı, kimi zaman okyanus manzaralı, kimi zaman da çayırların, atların, ineklerin, tarlaların içinden geçen yolda 20 km devamediyoruz. Bu kez Fransa’nın en batı kıyısında Biskay Körfezi’ndeki Hondarribia kıyı kasabasındayız. Körfeze demirlemiş irili ufaklı tekneler göz alıcı. Tepedeki deniz fenerine çıkıp bölgeyi kuş bakışı seyrederken birer SanMiguel birası içiyoruz. Ardından yol boyunca gördüğümen etkili yapılardan, eski şehrin içindeki Parador Oteli’ni ziyaret ediyoruz.


14. yüzyıldan kalma kale, Fransa Kralı V. Charles tarafından yaptırılmış. Göz kamaştırıcı bir otel... Daha sonra otelin terasından Bidasoa Nehri’ni izliyoruz ve başka bir duraklama noktamız olan Hendaye’ye doğru yol alıyoruz. Sonra ver elini St. Jean de Luz... Buranın adını arkadaşlarımdan duymuştum. Mutlaka görmelisin diyordu kime sorsam.


Küçük limanı geçip meydana geldiğimizde henüz sabah saatleri olmasına karşın bütün kafeler dolu. Meydanı adımlayıp mağazaların sıralandığı caddeye giriyorum. Vitriniyle ilgi çeken bir şapkacı var girişte, hemen yanında da bir espadrilci. Renk renk espadril bir enstalasyon titizliğiyle dizilmiş. Art arda hediyelik eşya dükkânları ve pastaneler sıralanıyor. St. Jean de Luz plajla dolu. Ara sokaklara girip kayboluyor ve sonunda kendimi yinemeydanda buluyorum. Duble espresso zamanı...


Sırada Biarritz var

Ardından Biarritz yakınlarındaki Guethary’de küçük birmola sonrası kendimizi okyanusun kıyısındaki, kayalarda buluyoruz. Hava biraz bozdu. Dalgalar kayaları dövüyor. Sörfçüler için en eğlenceli zamanlar. Hava kararıyor ve Biarritz’i görmek için pek zaman kalmıyor. O şehri, İstanbul’da yaşayan bir Biarritz’li arkadaşımPhilip’ten dinlemiştim... Kendine özgü ruhunu, deniz ürünleri ve restoranlarını tabii ki ünlü şaraplarını biliyordum.Merkezde bulunan otelimiz Napolyon’dan kızı Prenses Eugenie’ye yadigâr bir saraymış zamanında. Geçen yüzyılın başlarında otele dönüştürülmüş. Şehrin adı gibi büyük plajı, hemen karşısındakin bu görkemli yapı, şehrin tarihine ilişkin pek çok anıyla dolu. Geçmişe ait fotoğraflar, otelin birbirinden ünlü ziyaretçileri ve Napolyon dönemine ve Prenses Eugenie’ye ait bilgiler...


Sırtını şehrinmerkezine, yüzünü okyanusa dönen; sağına deniz feneri, soluna MeryemAna heykelinin bulunduğu Rocher de Vierge’i alan yapının ilerisinde Harry Potter filmlerine ilham olabilecek kadar görkemli, halk dilinde ‘Siyah Ev’ anlamına gelen Ortaçağ stili Villa Belza bulunuyor. Ama Biarritz kısa sürüyor, arabamıza atlayıp gerisin geri Bilbao’ya dönüyoruz...


Haber: Levent Özçelik

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.