Çocukluğumda seyrettiğim filmlerinden hatırlıyordum da ne delikanlı adamdı Herkül... Hele pazularını şişirip, o dev gibi sütunları tek başına yıkması yok mu... Kocaman taşlar hain baldırı çıplak düşmanların üzerine düşerken nasıl heyecanla bağırırdık bahçe sinemasında. En baba Herkül de Steve Reeves’ti. O günlerde, Arnold Schwarzenegger da herhalde benim gibi kısa pantolonla dolaşıyordu. Neyse, bu Herkül efendinin başka marifetleri de varmış, yeni öğrendim... Kankası denizler tanrısı Poseidon’la beraber, Zeus’a başkaldıran devleri bir güzel marizlemişler, bedenlerini de taşa çevirip Ege Denizi’nin ortasına atmışlar. Devlerin kemiklerinden de bir ada oluşmuş. O adaya da Apollo’nun torunu Mykon adını vermişler. Mykon size neyi çağrıştırıyor? Bildiniz Mikonos... Siz bu efsaneyi okurken, ben de üzerinize afiyet oradayım işte...


Baştan söyleyeyim de içim rahatlasın... Mikonos’ta bugünlerde neredeyse metrekareye bir Türk düşüyor. Mikonos “Türkonos olmuş” dersem abartmış sayılmam. Önce bizim Türk kolonisinden başlayalım, sonra adanın diğer aktivitelerine geçeriz.‘Bizimkiler’ burada ‘Sale e Pepe’ adlı pizzacıya sıkça gider olmuş bugünlerde. Mekânın sahibi İtalyan, karısı ise Türk. Burası Türklerin hücumuna uğrayınca bu çift, Asmalımescit’te de Sale e Pepe’nin bir şubesini açmaya karar vermiş. Yakında geliyorlar haberiniz olsun. Zengin Türklerin konak yeri ise Belvedere Hotel. Özellikle de otelin içindeki Matsuhisa Restaurant’ı tercih ediyorlar. Matsuhisa, yine bizim ve dünyanın sosyoelitlerinin karınlarını doyuran ünlü şef Nobu’nun yanında yetişmiş bir başka şef. İşin ironik tarafı ise bizim Türklerin bu restorana hâlâ Nobu diye gitmeleri. “Kronik Nobu’cuların ironik davranışları” diyerek kafiyeli bir şekilde başka bir ‘dala’ atlayalım.


Döner artık onların markası

Yemeklere gelince... Taklit aslını yaşatır derler ama maalesef Yunanlılar akıllı davranıp bizim dönerimizi burada ve tüm dünyada resmen kendi markaları haline getirmiş. İtalyan yemeklerine de kendi estetiklerini öyle bir uygulamışlar ki ‘Çizme’den ‘arakladıklarıyla’ da markalarını yaratma yolunda kocaman adımlarla ilerliyorlar. Kimse kusura bakmasın... İnsan gerçekten bir dönem korsanların uğrak yeri haline gelmiş, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların da, İtalyanların da yüzüne bile bakmadığı bu 85 kilometrekare yüzölçümlü, 5 bin 500 nüfuslu kaya parçasının bugün nasıl dünya turizminin gözbebeği haline geldiğine şaşırıyor.


120 bin euro’luk şampanya

Sıra geldi efsanevi plaj ve restoran Nammos’a. Daha doğrusu ‘50 liralık lahmacun’ diye yırtındığımız günlerde 120 bin Euro’luk şampanya satan Nammos’a... 120 bin fazla geldiyse, 72 bin Euro’luk ‘ekonomik’ şişeler de var tabii. 120 binlik şişe ‘Armand De Brignac’ markasını taşıyor ve bu parayla değil Yunanistan’da, dünyanın pek çok yerinde bir apartman dairesi almak mümkün. “Bu parayı verecek keriz var mıdır?” diye düşünüyorsanız, Nammos’ta bir Arap şeyhinin böyle bir ‘zekâya’ sahip olduğu da dedikodular arasında. Altın kumlu plajdaki meşhur şezlonglar da (Eda’nın kulakları çınlasın) aylık 3 bin Euro’ya kiralanıyormuş.


Müziğe gelince, Nammos’ta İngilizce popüler şarkılardan Arap ezgilerine, dünya DJ’lerinin remikslerine kadar birçok türde şarkının ritmine kapılıp masaların üzerinde çılgınca dans ediyor insanlar. Bir ara inanın ben de masanın üzerine çıkıyordum ama “Dur İzzet, hem ağırsın hem de ağır davranman daha yakışır sana” dedim kendime. Ama inanın çok iyi bir sebebim vardı Paris Hilton gibi davranmaya teşebbüs etmemin. Ne mi? Efendim etraftaki curcunayı pür dikkat seyrederken birden çok tanıdık melodiler geldi kulağıma. Bu dünya jet setinin uğrak noktası yerde kolonlardan “Geçer geçer geçer geçer bunlar da geçer” diye Kenan Doğulu’nun sesi yükseliyordu. İnsanın hoşuna gidiyor tabii ülkesinin sanatçısının buralarda çalınması ve herkesin sanki kırk yıllık Kenan hayranıymış gibi kendinden geçip coşması. Bir de o gün Nammos’ta DJ, DJ değil barış elçisi gibiydi. Yunanca çaldı, sonra Türkçe, ardından da Kürtçe. Adeta halkların müzik yoluyla birleşmesi gibiydi. Ama hangi ‘halk’ orada bilemem tabii...


Nammos fazla popüler “Biraz daha ‘cool’ takılalım” diyenlerin tercihi ise Panormos Beach. İçinde bulunduğu koyun adını almış olan bu plajda yine lezzetli yemeklerle mideleri bayram ettiren bir restoran ve de cam gibi bir deniz var. “Cool” burası için gerçekten uygun bir sıfat çünkü mekânın köpeği bile ona verdiğim yemeğe tenezzül etmeden, bana ‘havalı’ bir bakış atıp yanımdan uzaklaştı.


Bir de Kiki’s var ki orası da yine Türklerin ‘çıkarma’sına maruz kalmış mekânlardan. Deniz kenarında, sadece 8 masasıyla hizmet veren bu mekânın sahibi karı-kocanın yaptığı yemekleri tatmak için saatlerce sıra beklemeyi göze alıyor insanlar. Ama tahmin edeceğiniz gibi Sarp beklemenin söz konusu olamayacağını üstüne basa basa belirtti ve ne yapıp edip ertesi gün pat diye soktu bizi içeri. Deli-meli ama en azından ‘iş bitirici’ bizim uyanık aristokrat.


Mikanos satılıyor mu?



Bu 120 bin Euro’luk şampanya Yunanistan ve Mikonos arasındaki maddi ve sosyal uçurumun en güzel örneği. Çünkü krizin vurduğu ülkede birçok kişi asgari ücret olan 586 Euro’yla yaşıyor. Tabii bu astronomik paraları ödeyenlerin turist olduğunu da unutmamak lazım.


Diyeceksiniz ki “Yunanistan krizden kırılıyor, Mikonos şıkır şıkır oynuyor.” Her zamanki gibi kazın ayağı öyle değil işte. Tabii ki ucuz plajlar, her keseye göre eğlence de var Mikonos’ta. Bunları zaten yolu düşenler bilir. Ama Komşu’da kriz öyle bir hale gelmiş ki bu ‘minik’ adaların bile satılması söz konusu. Angela Merkel’in, “Yunanistan’ın satacak sadece adaları kaldı. Artık başka bir şansları yok. Yunanistan artık satılıktır” sözlerinin medyaya sızmasıyla fırsatçı işadamları hemen kolları sıvamış bile. Girit için Donald Trump’ın, Mikonos ve Korfu için Facebook milyarderi Mark Zuckerberg’in ve Rodos için hiphop’çı Jay-Z’nin sıraya girdiği konuşuluyor... Ama kim satın alırsa alsın, büyük bir hıyarlık yapmadıkça Mikonos efsanesi devam edecektir. Ben para biriktirmeye başladım bile. Ama hıyarlık konusunda kimseye söz veremem.


Taksi “out”, Louis Vuitton ve Chanel “in”’

Ada’da 120 bin Euro’luk şampanya satılmasına rağmen (merak etmeyin az sonra...) sadece 39 adet taksi var. Bir başka deyişle taksi aramak bile başlı başına bir Mikonos aktivitesi sayılabilir. Taksilerin tümü Manto Square’de bulunuyor ve bu nedenle buraya “Taksi Square” de deniyor. Ancak nefes nefese buraya ulaşsanız bile yine kuyruğa girip saatlerce taksi bekleme ‘şansınız’ da var. Üstelik bunların hiçbirinde taksi metre bulunmuyor. Yani ‘kör’ ile tuttuğu arasındaki ilişki durumu...


Bu taksi sorunsalı bizim Aristokrat Sarp’ı hiç etkilemedi, çünkü söylediğine göre hayatı boyunca hiçbir şey için beklemezmiş, burada da bekleyeceğine yürümeyi tercih edermiş. Bu yüzden “Yürüyelim” dedi. “Nereye” diye sorduğumda aldığım cevaba bakar mısınız? “Tabii ki Liena Pui’ye...” Yüzüme ciddi bir ifade takınarak; “Buraya kadar geldikten sonra oraya uğramamak olmaz” dedim, ama Liena Pui’nin ne olduğunu da düşünmeden edemedim. Acaba bir İtalyan lokantası mı, plaj mı, manastır mı?... Heyecanımı bastırmaya çalışarak peşinden sürükledim şirin bedenimi. Gele gele bir butiğe gelmez miyiz? Butik ama ne butik... Chanel, Tom Ford, Blumarine markalarının en özel ürünleri burada satılıyor. Chanel’i kendi mağazalarından başka yerde bulmanın ne kadar zor olduğu düşünülürse anlayın artık Liena Pui’nin forsunu.


Pop-up Louis Vuitton

“Bitti mi?” dedim, “Bitmedi” dedi bizim aristokrat. Sırada Louis Vuitton’un ‘Pop-up’ı varmış. “Poposu mu?” deme gafletinde bulunan bendeniz sert ve küstah bakışlara maruz kalarak “Geçici mağazası” cevabını aldım. Efendim Vuitton’un ilk kez Mikonos’ta açtığı bu ‘geçici mağaza’sı da görülmeye değer doğrusu. Burada sadece markanın yazlık koleksiyonları satılıyor ve de adanın erkek popülasyonunun yüksekliği düşünülerek XY kromozomu taşıyanlara özel ürünler oldukça fazla tutulmuş. Ünlü saat markası Franck Muller de Mikonos’a özel bir saat çıkarmış. Aynı ‘kıyağı’ birkaç yıl önce Cartier de İstanbul için yapmıştı, o aklıma geldi de sinirlendim. “İstanbul ne yana, 85 metrelik kaya parçası ne yana düşer usta” dedim içimden. Ama hayat futbol gibi işte. Atamayana atarlar...


Zannetmeyin ki Mikonos sadece modaya odaklanmış. Savaş zamanı düşmanları şaşırtmak için labirent gibi inşa edilmiş daracık sokaklarda yürürken adım başı bir sanat galerisine rastlamanız mümkün. Bir de şapeller var ki onlar bırakın adımı neredeyse yarım adım başı mesafedeler. Meğer bunun sebebi adada ev inşa eden herkesin bir de bu küçük kiliselerden yaptırmak zorunda olmasıymış. Galeri-şapeltaverna- galeri-şapel-taverna alın size adanın ‘haritası’.


Haber: İzzet Çapa

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.