88 yaşındaki Yılmaz Gruda, 73 yıllık oyunculuk serüvenini bu yıl kurduğu ‘Çivi Kabare Tiyatrosu’ ile taçlandırdı. Kabare kültürünü yeniden var etmek üzere kolları sıvayan Gruda, “Biz Bize Benzeriz” adıyla oyunlaştırdığı skeçlerini hazırladı, galası yapıldı ve yeni sezonda izleyiciyle buluşmaya hazır. Aynı zamanda Beylikdüzü Belediyesi Tiyatrosu’nu yöneten usta sanatçı, genç oyuncularla birlikte çağımızın en büyük sorunlarını sahneye taşıdı. Projenin en önemli bir başka özelliği de üç kuşak Gruda’ları aynı projede buluşturması. Oyunu yazan ve sahneye koyan Yılmaz Gruda, genel sanat yönetmeni Elvan Gruda ve oyuncu Emre Gruda... Proje vesilesiyle üç kuşağı birlikte yakaladık...


Çivi Kabare Tiyatrosu’nu kurdunuz ve yeni sezona oyununuz ‘Biz Bize Benzeriz’ bile hazır.

Güzel bir çalışma içindeyiz, çok mutluyum. 70 yıldır bu işin içindeyim. 100’ü aşkın piyes koydum, 100’ü aşkın oyunda, 50’ye yakın dizide oynadım. Bunların arasında en idealim olan geleneksel Türk tiyatrosu, ortaoyunu, meddah ki ilk kez 1958’de sergiledim. Yeniden ortaoyununu getirdim. Birçok ilki gerçekleştirdim. En çok sevdiğim yazarlardan biri olan Çehov’un 9 oyununu, 18 öyküsünü tercüme ettim, uyguladım. 70 yıl içinde en sevdiğim, gelenekselin yanı sıra kabare tiyatrosu. Bunu Haldun Taner memlekete getirdiğinde, bu çerçeve içinde dönüp duruyordum. Bir araya geldik, Devekuşu Kabare’ye ‘Biz Bize Benzeriz’ ile kendi metnim, rejisörlüğümle girdim. Birtakım şartlar nedeniyle Haldun ile yollar ayrıldı. Ama hep içimde ukde kaldı. Ankara’da Çuvaldız Kabare’yi kurdum. Mütemadiyen bu kabareyi ihya etmek, yeniden sahnelemek vardı. Bana göre içine bir iki tane dramatik çizgi koyduğunuzda Türk tiyatro tavrı ortaya çıkar. Halkımızın da çok sevdiği, o seyirlik oyunların yer aldığı bu tür çerçevede Türk tiyatrosu yeniden yaratılabilir. Bunca yıl sonra kabareyi yeniden sahneleyelim, var edelim dedim. Eksik olmasın Kerem Alışık ki babasıyla, amcası Attila İlhan ile oynadık, keza annesi Çolpan’la da bir hayli oyunda bir arada olduk. Kerem maddi, manevi yardımlarda bulundu. Kabare bir konuda memleketin zaaflarını vurgulamak. Ama nutuk çekerek değil, ima ederek. Bunu ‘Biz Bize Benzeriz’ başlığı altında ülkemizdeki 10 tane problemin altını çiziyoruz.


‘Memleketi iyı tanımak, gazeteleri iyi okumak lazım’


Hangi konular olacak?

Son zamanlarda adeta bir uzvumuz haline gelen cep telefonu, futbol, evlilik programlarının yerine gelen polis hafiyeleri... Her türlü sorunsalı ele alan 10 tane skeç yazdım. Kabare, Batı’dan gelme, Fransa’da ve 1900’lerde Almanya’da görülmüş. Bir adam oyun sahneye koymuş, kimse gelip gitmiyor. Bir araştırıyor ki insanlar barda. Adam durumu çakıyor, ikisini birleştiriyor. Aynı şeyi Haldun getirdi. Biz kabareyi ortaoyunu ile birleştirdik. 10 tane oyuncumuz var, onlara da müthiş yaratıcılık getiren bir yapı. Çivi Kabare Tiyatrosu, çalgılı, şarkılı, danslı...


Sizce kabare tiyatrosu Türkiye’de neden ele alınmadı?

Buna bir background lazım. Psikoloji, sosyoloji, memleketi iyi tanımak, gazeteleri iyi okumak ve birikim lazım. Sadece politik değil bilimsel disiplinlerle donanmış olmayı da gerektiriyor. Mutlaka müziği bilmek lazım, klasiği, rock’ı... Tiyatronun varlığı da biraz muhalefettir. Çünkü senin zaaflarını gösterir. Şu veya bu biçimde bir ayna. Hesap sorar, tiyatro bunun için var. Şimdi çok fazla tiyatro var, merdiven altında var, tavan arasında var. Tiyatroyla bir şey yapmak istiyorlar, güzel fikir. Neyi söyleyeceğinizi biliyorsunuz ama nasıl söyleyeceğiniz önemli. Maalesef bu konudaki birikimler az. O bakımdan bir türlü tekrarlanamadı.





‘Yerli oyun oynamak her babayiğidin harcı değil’


Sürekli yazıp çizer miydiniz?

Komedilerde gelenekseli daima kullandım. Dünyanın en çarpıcı geleneksel tiyatrosu Türk tiyatrosu. Maalesef kabareye, yerli oyunlara ucuzculuk gözüyle bakılıyor. Ama değil. Bir yerli oyun oynamak her babayiğidin harcı değil. Çünkü bana Fatma Hanım’ı, Ahmet Bey’i yutturamazsın ama George’u yutturursun çünkü tanımıyorum. İçimdeki ukdeler yavaş yavaş birikti, Kerem ile ‘Frankestein’ı oynuyorduk, “Buyur hocam” dedi, bize bu imkânı verdi.


‘Üç nesil bir arada olmak çok güzel’


Kızınız ve torununuz ile üç kuşak bir aradasınız, nasıl bir his?

Evet, güzelliği o. Kızım çok iyi oyuncu ama o müzisyen, flütçü. Benim taklit yeteneğim yoktur, kızım da, torunum da saniye içinde tipten tipe değişir. Bizim damardan akan kan devam ediyor. Kızımın sayesinde oldu tabii, her şeyi düzenleyip bugüne getirdi. Üç nesil bir arada olmak çok güzel.


Torununuza verdiğiniz en önemli nasihat nedir?

Evvela kendini tanıması. Dinlemek, konuşmak, çevreyi tanımak ve donanmak. Benim dezavantajım sesimin kalın olması. Bunları bilmek lazım. Benim ses dağarım, söz dağarım, görsel dağarım ne bilmek zorundasın.


‘88 yaşındayım ve hep mutlu oldum’


Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde de Onur Ödülü aldınız. Geriye dönüp baktığınızda hayat nasıl geçmiş?

12 yaşında romanım yayınlandı. Tiyatroya girmem çok değişiktir. Babam İslamiyet’in yayılma dönemine dair Hz. Hamza, Hz. Ali’ye ait kitapları önüme koyup “Bunları oku bana” dedi. Okurken seslendirme yaptığımı fark ettim ve “Aktör olmalıyım” dedim. Sesten ötürü operayı düşündüm, kazandım ama babam konservatuvara gitmeme imkân vermedi. 18 yaşında kel oldum, Hamlet’i oynamak isterdim. Kel olduğum için takma saçla olmazdı o iş. Kendimi Macbeth’e verdim, onun parodisini oynadım. Keşke’lerim bunlardan ibaret. Ben mutluyum, 88 yaşındayım ve hep mutlu oldum, hiç “Ah”, “Vah” demedim.


Aynı zamanda şiirle ilgilisiniz...

‘Maraton’ diye bir şiir kitabım var, 70 seneyi oraya yazmışımdır. Şu ara ‘Ne Felasife’ diye bir şiir üzerinde duruyorum. İnsanlara yenilme kültürü olması lazım diyorum. İnsanoğlu kül savurur, yeniden doğar. Her eşik ayağa kalkacağınız yer. “Yenildim ben mahvoldum” değil, o gelecek zaferlere doğru bir eşik.


Hayata karşı motivasyonunuz hem sahne hem de eğitme aşkı sanki...

O bir sevda. Çok severseniz birçok şeyi yok eder o. Bir de Tanrı’nın verdiği yetenek var. Yüzde 90’ı da senin çalışman. “Ben şunu yaptım, bunu yaptım” diye ayağa kalkmam, 88 yılda toplasanız 10 tane röportajım vardır.





‘Birlikte bir şeyler yapmak istedik’

Genel Sanat Yönetmeni Elvan Gruda: Yılmaz Hoca oyunu 2 ayda yazdı. Toplumsal zaaflar, insan ilişkileri, zamanımızı işgal etmekte olan cep telefonlarından tutun da geçmişe, geleceğe dair sıkıntıları çivi darbeleriyle belirlemek ya da çivisi çıkmış şeylere el atmak gibi ironik bir şey. Birlikte bir şeyler yapmak istedik, Emre de tiyatroyla, edebiyatla ilgili. Benim de televizyonculuk geçmişim var. Yılmaz Gruda’nın birikimleri, geçmiş ve gelecek ile bir iş kotarmaya çalıştık.


‘Ailemle çalışmak rahatlatıyor’

Emre Gruda: 20 yaşındayım, oyunculuğa merakım ortaokuldan beri var. Lisede bir iki oyunda oynamıştım sonra edebiyata yöneldim. Gerek ses tonum, gerek beden dilimi fazla kullanmamdan dolayı bir ışık, bir cevher, bir kumaş var dediler ama o dönem yüzüne bakmıyordum. Yaşım ilerledikçe, sanata ilgim arttıkça yazıyla ortaya koyamadığımı biraz da bedenim, mimiklerimle yapmak istedim. Ailemle çalışmak içimi rahatlatıyor. Benim dilimi bildikleri için rahat, keyifli çalıştık, çok şey öğrendim. Telefon, sosyal medya gibi şeylerden tiksiniyorum ama ne yazık ki kullanmak zorundayım. Arkadaşlarım telefondan başlarını kaldırıp oyunu izler mi, genç neslin bir kısmı başını kaldırıp hayatı izler mi ondan bile şüphelerim var.


Röportaj: Ekin Türkantos

Fotoğraflar: Ece Oğultürk

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.