Yüksek topukların kralı, maharetli ellerin sahibi, kadınların sevgilisi bu çılgın tasarımcıyla tekrar bir aradayız…


“Louboutin bir uyuşturucudur ve bu bağımlılığın tedavisi yoktur” teşhisini koyuyor Barney’s New York’un Sanat Yönetmeni Simon Doonan. Markanın web sitesi www.christianlouboutin.com’da tasarımlar tek tek gösteriliyor ve en sonunda ekranda, kadınların düşlerini süsleyecek kadar güzel 2012 Yaz koleksiyonu beliriyor. Bu kırmızı tabanlı ayakkabılar her daim kadınların içini titretiyor. Christian Louboutin’in sıra dışı başarısı dünya çapında birfenomen. Peki, neden? Çünkü o, yirmi yıldır aynı zevkle, aynı istekle, aynı enerjiyle mücevher ayakkabılar tasarlıyor. Topuk tıkırtısına bayılıyor ve daima kadınları savunuyor. Bu adam, kendi özgür olduğu gibi kadınların da güzel ve şık görünmek uğruna, bir aylık maaşlarını beş dakika içinde bir ayakkabıya harcamalarında özgür olmalarını istiyor; çünkü o servet ödenen ayakkabı kadının uzantısına, baştan çıkarıcılığına ve seksüel aura’sına dönüşüyor. Louboutin’in yaratıcılığında, çocuksu bir neşenin ışıltısı var. Olmaya da devam edecek ki kadınların ayaklarındaki ihtişam hiç eksilmesin. Sıra dışı tasarımcı Louboutin Marie Claire dergisine konuştu...


20. yıldönümünüzü kutlamaya hazırlanıyorsunuz. Bu sayı üzerinizde nasıl bir etki yaratıyor?


Herkesin kendine ait tarihleri vardır; benimki 1991. Hayatımda olup biten her şeyi bu


tarihten önce ve sonra diye ikiye ayırıyorum.


1991’in özelliği nedir?


Olgunlaştığım yıl… Şirketimi annem öldükten hemen sonra kurdum. Ölmeseydi bunu kesinlikle yapamazdım. Çocukluk döneminde takılıp kalırdım. Benim tembel bir mizacım vardır, her şeyle aynı anda baş edemem. Annem öldüğünde birdenbire yetişkinler dünyasına daldım. Bildiğiniz gibi yetişkinler çalışırlar! Ayrıca annem çizimlerimin ne kadar güzel olduğunu söyleyerek beni teşvik ederdi; tasarımlarım konusunda o kadar coşkuluydu ki başarımı ona borçluyum.


Tasarladığınız ayakkabılardan ‘Louboutin’ler’ diye söz ediyoruz. Neden?


İlk başlarda şaşırıyordum, şimdiyse çok hoşuma gidiyor. Adımı da soyadımı da hiçbir zaman sevemedim. ‘Louboutin’ler’ denildiğinde bu, kulağa daha hoş geliyor. Sonuçta ‘Frigidaire’ gibi bir şey de değil, o yüzden sorun yok!


Çok büyük bir başarı ve ün kazandınız, birçok ülkede butikleriniz var. Yaratma gücünüzü korumayı ve kendinizi tekrarlamamayı nasıl başarıyorsunuz?


Gerçek tutkular ki benim ki ayakkabı tasarlamak, çabuk bitmez! Hikâyenin özü o tutkudur ve son derece önemlidir: Hiçbirimiz içimizdeki tutkuları söküp atamayız. İşim gereği, kendime mutsuz


olma konusunda hak tanıyamam. Zaten çok kolay bir insanımdır, o yüzden sorun yok. Mutsuz olduğunuzda da bu tasarımlarınıza yansır, satın alanlar bunu hemen fark ederler. Modaysa mutsuzlukla ilgilenmez. Bu tıpkı kara büyü gibidir! Kimse kana batırılıp çıkarılmış şeyler satın almak istemez…


Genellikle neşeli misinizdir?


Evet… Hayatı hep sevdim. Dert tasa benim anlayamadığım ve galiba hiçbir zaman da anlayamayacağım bir olgu.


Sizce bunun sebebi nedir?


Hayat sevgisi bana annemden geçti. Ablamdan yirmi yıl sonra dünyaya geldim ve


üstüne titrenen birnen bir çocuktum. Sevgi insan için neredeyse kırılmaz bir omurga kemiği gibidir. Benden önce üç çocuğu olan annem, en küçük olduğum için beni tamamen özgür bıraktı. Daha 12, 13 yaşında arkadaşlarımla oturuyordum, sonraları tekrar annemin yanına taşındım. Hiçbir zaman kendimi ezdirmedim.


Bir kadın gördüğünüzde aklınıza belli bir ayakkabı modeli gelir mi?


Bu bir oyun ve mesleki deformasyon! Birini gördüğümde ayakkabılarına değil, yüzüne ve


biraz da kıyafetlerine bakıp ayağında ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum. Sonra da tahminimin doğru çıkıp çıkmadığını kontrol ediyorum. Genellikle de doğru çıkıyor!


Kadınların tasarladığınız ayakkabılarla nasıl bir bağı var?


Buna ansızın oluşan bir aidiyet hissi de diyebiliriz. Ayakkabılarımdan birini satın alan kadın hemen onları giyip aynaya bakıyor ama ayakkabılara değil de kendine. Evet; bir bütün olarak kendine bakıyor. Eğer kendini beğenirse, ondan sonra ayakkabıyı inceliyor. Erkek fetişisttir! Ayakkabılarını boyar, onları parlasın diye buzdolabına koyar. Zamanın cilasını sever ve ayakkabılarını uzun yıllar korumakla övünür. Kadının ise bu tür ayrıntılar umurunda dahi değildir. Bir ayakkabıya


on yıldır sahip olmakla gurur duyan kadın yoktur. Ayakkabı kadın doğasının bir parçası, dişi vücudunun hoş bir uzantısı. Topuklu ayakkabı giymiş çıplak bir kadın, tuhaf bir görüntü oluşturmaz. Oysa ayakkabılarıylakalmış çıplak bir erkek palyaçoya benzer.


Kadınları iyi tanıdığınızı düşünüyor musunuz?


Evet… Artık bir tür doktora dönüştüm. Amerika’da imza günleri düzenliyor ve ayakkabılarıma parafımı atıyorum. Kadınlar beni görmeye gelip, delice şeyler söylüyorlar. Örneğin New York Saks mağazasında bir kadın şöyle dedi; “Topuğu ne kadar yüksek olursa ayakkabıyı o kadar seviyorum. Çünkü eşim çok yüksek topuk seviyor, hem de her yerde…” Bunu söyleyen şişman, siyah bir kadındı, çok seksiydi, çok uzun boyluydu ve eşi de arkasında duruyordu. Adam kıpkırmızı olmuş, tir tir titriyordu; ayakkabı fetişi olduğu ortaya çıkmıştı çünkü. Bazı erkekler de gelip; “Sevdiğim kadının beni kimin için terk ettiğini bilmek istiyorum” diyor. İlk başlarda şaşırıyor ve bu durumun başıma iş açacağını düşünüyordum. Bir kadın da şöyle demişti; “Kavga ettiğimizde sevgilime; ‘Ben Christian Louboutin’le dışarı çıkıyorum’ diyorum.” Anlayacağınız, bu tür konuşmalara alışkınım.


Temelde hayatınızı neden ayakkabılara adadığınızı biliyor musunuz?


Pek değil! Beni asıl ilgilendiren daima kadın olmuştur. Topuklu ayakkabıların üzerindeki kadınlara her zaman tapmışımdır. Küçükken müzikhole bayılırdım; o kızlar, o tüyler, o cennet kuşları! Tina


Turner’a da hayrandım. 70’li yıllarda topuklu ayakkabı giyen kadına bir metres, bir budala gözüyle bakılırdı. Bense kadınlığın neden bir kölelik ve budalalık simgesi olduğunu bir türlü anlayamazdım. O nedenle bu düşünceyi reddettim. O yıllarda ilk şoklardan biri, Blondie grubuyla geldi! Debbie Harry’nin saçları yapay sarıydı, topuklu ayakkabı giyiyordu ve gerçek bir müzisyendi. Şükürler olsun! O kadını gerçek bir özgürlük simgesi olarak görüyorum. Ben daima kadınların tarafındaydım.


Bir kadın için ideal ayakkabı hangisidir sizce?


Yüksek topuklu! Doğallık fikrinden nefret ediyorum. Ben doğal bahçelerden de hoşlanmam,


‘doğal tarzda’ yapılmış bahçelerden hoşlanırım. Arada fark var! İnsan elini, insanın yarattığı şeyleri seviyorum; Tanrı’ya da inanmam. Yüksek topuk gerçek bir keşif, büyük bir çılgınlıktır. Doğallıktan çok uzak; benim bayıldığım bir faydasızlığı var. Ben faydasızlığın faydasını, sofistikenin doğallığını


tercih ediyorum. Ayrıca topukların müzikal bir yanı da var. Bu bir iletişim aracı, bir melodi.


Sizce topuklu ayakkabılar seksi mi?


Evet... Sonuçta topuklu ayakkabının yarattığı vücut hareketi seksi. Topukluyla daha yavaş yürünüyor. Hızlı yürümek kadına kesinlikle seksi bir hava katmaz. Bütün gün şehirde koşturup duran insanlar görürüz ve hiçbiri dikkatimizi çekmez. Topuklunun yarattığı ritmik yürüyüş


zevke, incelikli zamanlara adanmış bir yürüyüştür. Bu çok daha dikkat çekicidir. Bazıları topuğun fallik bir imge olduğunu söylüyor. Açık söyleyin, daha önce bir fallus gördünüz mü? O şeyi kim ayağında görmek ister bilmiyorum! Asıl seksi olan, ayağın kıvrılışıdır. Ona bakarız çünkü ğın kıvrılışında kadının zevk anındaki vardır. Cinsel ilişkide orgazm anında kadın ayağını o şekilde büker.


Bir kadın Louboutin’ler için ne kadar ileri gidebilir?


Hapse kadar! Bir gün Dallas’ta bir kadınla tanışmıştım; kadın bana kilisedeki ayine geç gitmekten hoşlandığını çünkü herkes oturup ortalık sessizleştikten sonra salonda kendi topuk seslerinin yankılanmasını sevdiğini, o yüzden de geç gidip en ön sıraya oturduğunu anlatmıştı. İki yıl


sonra başka bir etkinlik için yine Dallas’a ve ayağında ‘pembe tüylüleriyle’ çok sempatik bulduğum o kadını tekrar görmek istedim. Bana hapiste olduğu söylendi; çalıştığı şirketten para çalmış ve o parayı anında Neiman Marcus hesabına yatırarak kendine ayakkabı almış!


Louboutin giyen kadınlardan tiksinme noktasına geldiğiniz oluyor mu?


Hayır! Ayakkabıları tasarlarken nerede giyileceklerini düşünmüyorum. Ara sıra kendi kendime;


‘Bu kusursuz oldu’ dediğim oluyor ama diğer zamanlarda günlük hayatla herhangi bir bağlantı


kurmuyorum. Böylesi daha iyi. Sürprizlere açığım. Bir şeyleri birbiriyle bağdaştırmak, bir


şeyleri uygun hale getirmek özgürlük ifadesidir. Ben kadınlar için ayakkabı tasarlıyorum, kadınlara


karşı değil.


Son olarak, Louboutin’in nasıl bir ruhu var?


O ruh değişti. Bu işe daha kapalı ayakkabılar yaparak başlamıştım ama şimdi daha çok açık ayakkabılar yapıyorum. Ayağında sadece ayakkabıları olan çıplak bir kadın, ayakkabıya rağmen çırılçıplak görünür. Ayakkabılar sadece ayağın altını destekler. Sonuç olarak beni ilgilendiren,


kadınların gücü.





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.