Çok tanınmış fast fashion markalarından biri bu yıl rekor zarar açıkladığında “sürdürülebilir” moda taraftarları, düşmanı önemli bir hezimete uğrattıklarını düşündüler. Bu markayı devler liginin diğer üyeleri de takip edecekti ve zafer onların olacaktı. Ama maalesef kazın ayağı öyle değildi. Çünkü hızlı moda ve hızlı tüketim anlayışı yok olmuyor sadece alan değiştirerek dijitale kayıyordu. Ve dijitalin oyuncuları farklıydı. 2000’li yılların ilk dönemlerinde duymaya başladığımız “sürdürebilirlik” kavramı büyük kurumların önüne geleceğin hedefi olarak konmuştu. Kısaca neydi diye hatırlamak gerekirse; ekonomik, ekolojik ve etik anlamda bilinçli üretim ve operasyona geçiş. Bizden sonra gelecek nesilleri de düşünerek geriye iyi bir dünya bırakmak hedefi. Yani daha önceki yıllarda önümüze sürülmüş olan çevrecilik anlayışının çok daha kapsamlısı sürdürülebilirlik. Doğaya saygının yanına insana saygıyı da katan. Tabii konu moda ve tekstil olunca durum oldukça karmaşıklaşıyor. Ne tarafından tutsanız sorunlu bir birliktelik, moda ve sürdürülebilirliğin arasında yaşanan.
Sürdürülebilirlik ve modanın arasını bozan nedir?
Önce etik ve insan faktöründen başlayalım. 2013’te Bangladeş’teki Rana Plaza isimli binada meydana gelen korkunç kazada 1135 kişi hayatını kaybetti. Bu şu ana kadar meydana gelen en büyük endüstriyel kazalardan biri olarak tarihe geçti ve nedeni kötü yapılmış bu binanın çökmesiydi. İşte bu acı olay, moda dünyası için bir milat kabul edildi ve büyük moda markaları işçilerin çalışma koşulları konusunda daha sorumlu davranacaklarını taahhüt eden sözleşmelere imza attılar. Fakat bugün gelinen noktada fast fashion hiç de hız kesmiyor. Yazının başında anlattığım gibi dijitale kayıyor. Geçtiğimiz sene Google aramalarına göre ilk üçe giren markalardan biri Fashion Nova oldu. Bu marka her hafta mikro koleksiyonlar satışa sunan, sosyal medyada influencer’lar tarafından “patlatılan” bir kıyafeti ışık hızıyla taklit etme kabiliyet ve yetisine sahip markalardan sadece bir tanesi. Boohoo, MisGuided, Asos yine bunlar arasında akla gelenler. Yani dolayısıyla insanlık dışı mesai saatleri sorunu çözüm bulmuş değil.
Peki ekonomik sürdürülebilirlik ne durumda?
Son dönemde Vetements marka bir çorabın 90 dolara satıldığı ya da Gucci’nin kendi çakmasını taklit ettiği silik logolu bir tişörtü 300 dolara pazarladığını anlatmıştık. Hani günümüzde artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor ve her şeye çabucak (ve gönüllü) alışıyoruz ya işte bu da, bu delilik halimizin moda yansıması aslında. Ama bir taraftan da ortadirek bir markadan 170 TL’ye denim pantolon satın almak pahalı gelebiliyor. Halbuki ekonomik olarak sürdürülebilir olmak ne üreticiyi ne hammaddeyi sağlayan kaynakları ne de tüketiciyi üzmeyecek orta noktayı bulmaktı. Bugün bu hedef çok uzak ve ulaşılmaz görülüyor.
Milenyum çocukları ne kadar sosyal bilinç naraları atsa da...
Bu gençler bir harika ama ne kadar sosyal bilinç naraları atsalar da, 2015’te dünya çapında Nielsen Firması’nın yaptığı bir ankette 4’ünden 3’ü sürdürülebilir bir ürünü almak için daha fazla parayı gözden çıkartırım dese de, realite bu değil. Sonuçta o an, en moda olan neyse onu en ucuz fiyata almak ağır basıyor. Bir de markanın mesajını çok karışık anlatmasını sevmiyorlar. Mesela sürdürülebilir moda konusunun sevilen markalarından Reformation, “tencel” isminde özel bir kumaş kullandığını üzerine basa basa ama basitçe anlatıyor. Tencel kumaşın lifleri pamuk yerine okaliptüs ağacından elde ediliyor. Okaliptüs ağaçları da hem pamuğa göre çok daha dar bir alanda (5 katı kadar daha az) daha fazla mahul veriyor hem çok çabuk yetişiyor hem tarımında az kimyasal kullanılıyor hem de elyafa dönüşürken yüzde 80 daha az suya ihtiyaç duyuyor. Ama Reformation üstteki ayrıntıya girmeden diyor ki “Şu an piyasada olan en sürdürülebilir kumaşı kullanıyoruz”. Bu harika kumaşı çok bağırmasa da Türkiye’de de kullanan markalar var.
Yeni trend sirküler üretim
Markaların her sezon daha büyüyen miktarda malını indirime soktuğunu biliyoruz. Bunda birçok şeyin payı var. Mesela müşterinin alışveriş yapmak için indirim beklemesi, üretim adetleri konusunda hatalı öngörüler, pazarlama-tasarım ve üretim bölümlerinin birbirinden kopuk çalışması gibi... Bu nedenle devasa bir ürün yığını da her sene çöp oluyor. Hatta gelişmiş ülkeler kendilerine sevap puanı yazdırırken bir taraftan da üzerlerindeki yüklerden kurtulmak için bu tekstil fazlasını Afrika ülkelerinin başına atıyor. Hani sürekli kendine yeni bir şey alıp size eskisini vererek içini rahatlatan ablanız gibi. Fakat artık (inanır mısınız?) Afrika bile doydu. Bu nedenle markalardan kendi eskilerini ya da başkasınınkini toplayarak yeniden üretime kazandırmaları bekleniyor artık. Frankeştayn’ı andıran yeni dönem jean’ler de işte bu dönemin ürünü. Yani bir anlamda gardırop demirbaşları yaratmayı hedefliyor.
Öne çıkan bazı sorumlu markalar
Birçok marka sürdürülebilirlik hedeflerine doğru çalışırken artık bu ismi kullanmaktan imtina ediyorlar. Çünkü anlaşılır bir şekilde, hiçbir marka tam anlamıyla sürdürülebilir olamaz, en azından günümüz koşullarında. Ama bize çeşitli projelerini anlatarak aradan sıyrılanlar, sevindirici bir şekilde her gün çoğalıyor. En dikkat çekenlerinden biri kuşkusuz son yılların yıldız markası Patagonia. 2011’de marka ürünlerinde “Bu ceketi almayın” etiketlerini kullanmıştı. Yani “Eğer ceketiniz varsa ve bir tane daha cekete ihtiyacınız yoksa almayın” diyor. Böylece alt mesaj olarak “Daha az alın, ama daha iyi alın” diyor. Sürpriz bir şekilde de o sezon satışlarını yüzde 30 artırıyor. Sonra bu dikkat çekici sloganı birçok altı dolu proje ile desteklemeye başlayan marka, son dönemde Trump karşıtlığını da repertuvarına ekleyerek dünyanın sürdürülebilirlik sahnesindeki en kıymetli markalarından biri haline geliyor. Ayrıca müşteriler, her gün daha çok markayı üretim ağından kullandığı malzemelere ve lojistik sistemlerine kadar transparan olmaya çağrılıyor. Web sitelerinde tedarik ağlarını, çalışma standartlarını, enerji politikalarını bir bir anlatmaları bekleniyor.
Türkiye daha aktif olmalı
Sürdürülebilirlik konusu ekonomikekolojik- etik kollara ayrılıyor. Ama aslında hepsi birbirini destekliyor. Günün sonunda; bilinç düzeyi yüksek, katma değerli ürünlere bu anlamda değer veren ve her gün katlanarak artan, dünyanın tüm sosyal sorunlarına duyarlı olan tüketici sınıfı daha az ve öz alıyor. Sürdürülebilirlik hedeflerine sirayet eden markaları da kalite ile eşit görüyor. Ve maalesef modada böyle yeni bir faza geçilirken ülkemize baktığınızda (eski kıyafetleri toplayıp bağışlamak dışında) örnek bulmak zor. Sürdürülebilirlik sözcüğü çoğu zaman markalarımızın kimlik çalışmalarında bir süs gibi duruyor. Halbuki Kering, LVMH gibi markalar artık bu çalışmaları tam olarak ilgisini ölçümleyemediği müşterisinin dikkatini çekmek için de yapmıyorlar. Çünkü gelecekte sürdürülebilirlik hedefleri bir zorunluluk haline gelecek ve yerine getirmeyen ülkeler pazardan silinecek.
Yazı: Çağla Bingöl
YORUMLAR