Eskiden insanların inançları, değerleri ve alışkanlıkları yaşam tarzlarına yansırdı. Değişen zaman ise insanların her şeyini lafta sözde daha sonra ki zamanlarda ise yani günümüzde internetteki sosyal paylaşım platformlarında bıraktı.





Herkes bir şeyleri savunuyor, bir şeyleri protesto ediyor ama konuşulan şeylerin hiçbirinin kimsenin hayatlarında karşılığı yok. Dolayısıyla da herkesin hayatında kocaman bir boşluk var. Ve boşluk git gide büyüyor…





Acaba diyorum, her şeyin kolaylaşması mı bizi mutsuz etti. Emek vermediğimiz için hiçbir şey eskisi gibi değerli değil mi bizim için? Uğraşacak didinecek minik detaylardan kurtularak daha çok büyük sorunlar mı ürettik kendimize?





Çamaşır, bulaşık yıkama derdi yok artık, pek çok kadın eskisi gibi reçel yapayım, turşu kurayım derdinde de değil. Böyle böyle insanlar daha da kıymet bilmemeye can sıkıntısına düştü gibi hissediyorum.





Diyeceksiniz ki “İş-güç koşuşturma, bir şeye zaman mı kalıyor?” Tabii ki her şeyi kendiniz yapın demiyorum ama insanın en azından sevdiği bir iki konuda kendi yaptığı bir şeyler olması lazım.





Artık biliyorsunuz ben yoğurda ve reçele bayıldığım için yoğurdumu ve evde tükkettiğimiz reçellerin tümünü mutlaka kendim yapıyorum ve inanın buzdolabından yoğurdu çıkarınca tadına baktığım o ilk an bile bana çok büyük bir şey yapmışım hissi veriyor. Başarmışım, dönüştürmüşüm, değiştirmişim hissi…





Biliyorsunuz çağımızın nerede ise en çok konuşulan rahatsızlığı depresyon, kiminle konuşsam çok mutsuz, çok gergin, herkes bir şeylerin olmamasından, eksikliğinden, bulamamaktan yakınıyor ama kimsenin net bir şey yaptığı da yok.





Çok daraldığı zaman özellikle kadınların ilk yaptığı şey ya alışveriş ya da görünüşüne dair bir şeyi değiştirmeye çalışmak. Alınanların hevesi geçince ise yine aynı kısır döngü tekrar başlıyor. Aynı çantanın bir başka rengi alınacaklar listesine giriyor bu kez…





Erkekler ise iş dışında kalan zamanlarını ya televizyonun başından kalkmadan geçiriyorlar ya da dertleri günleri futbol oluyor. Tabii onların oyuncakları daha pahalı, arabasının markası, modeli ile kendini özdeşleştiren erkekler tanıyorum. Ha tabii "araba" ile kafayı bozmuş kadınlar da tanımıyor değilim.





Yani içimizdeki boşluklarla beraber ortaya çıkan ve gittikçe büyüyen tüketim çılgınlığı, aslında bizi tatmin etmek bir yana daha da doyumsuz yapıyor ve bunun sonu da asla ve asla gelmiyor.





Ne kadar çok şeye sahip olursak o kadar mutlu oluruz düşüncesinin sonu olmadığını er ya da geç görüyoruz pek tabii. Aslında bu biraz da topluma dayatılan bir şey değil mi? Elimizdeki herhangi bir ürün bizim ihtiyacımızı karşılıyor da olsa bir üst modelinin çıkması sanki onu satın almamızı zorunlu kılıyormuş gibi hissetmiyor muyuz? Bunu hissetmemiz için çalışmıyor mu reklam ve pazarlama sektörü.





Aşırı yemek yiyen, çok fazla alışveriş yapan, daha fazla günü birlik ilişkiler arayışında olan, sürekli daha çok para kazanma ve yükselme hırsı olan ama bunları elde ettikçe de mutlu olmayan insanlar gittikçe çoğalıyor.





Bir çok okurum var yazan soran "Bir şey yapmak istiyorum ama ne yapmak istediğimi bilmiyorum sizce ne yapmalıyım" diyen…





Hadi iş, güç, girişim ve internet fikri soranları anlıyorum da "Ana okulu mu açsam?" yoksa "Hobi evi mi açsam?" gibi aslında kendi kafalarında bile netleşmemiş soruları sorduklarında ise diyorum ki şu meşhur kitap gibi "Yüreğinin sesini dinle…"





Bu yazışmalar ve konuşmalar sonunda şuna geliyor "Çok sıkılıyorum Pınar Hanım ve kendimi alışveriş yaparken buluyorum…"





Bu konu o kadar çok arttı ki ve o kadar sık gündeme geliyor ki internet sitemizin sohbet alanlarında da o nedenle gündeme alma gereği duydum.





Görüşlerini aldığım Psikolog Ayşe Yanık Knudsen de sadece yeni arayış çabası ya da hırsla yapılanların da kişiyi genelde mutsuzluğa götürdüğünü belirtip bedenlerimiz doysa da ruhlarımızın aç kaldığını belirtti.




Knudsen’e göre;

"Sürekli olarak bedene yatırım yapmak ve bedenin sınırsız taleplerini karşılamaya çalışmak pek çok hastalığın da tetikleyicisi oluyor. Bilgi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği günümüzde; haberleşme, ulaşım, şehirleşme, ticaret, sanayi, turizm ve hemen diğer bütün sahalarda meydana gelen ilerlemeler, insanın manevi ve ruh varlığından çok, maddi varlığına hizmet ediyor."





Doyumsuzluğun en çok gözlemlenen sonuçlarını; alışveriş ve tüketim çılgınlığı, aşırı yemek yeme ve cinsel doyumsuzluk olarak sıralayan Knudsen “İhtiyacı olan yerine ihtiyacı olmayanı kendimize örnek aldık. Sahip olduklarımız yerine sahip olmadıklarımızı görüyoruz. İçimizdeki boşluğu doldurmanın yolu hep almak değil aslında bazen de karşılıksız verebilmektir.” diyor ve durumla baş edebilmek için de bize şu tavsiyelerde bulundu.


Nasıl baş edilir?





  • Ailenizle ve arkadaşlarınızla vakit geçirmeyi ihmal etmeyin.

  • Sosyal etkinliklere katılın sosyal projelerde yer alın, bu durum sizin hayata bakış açınızı değiştirecektir.

  • Bu açlık ve tüketim düşüncesi ile baş edebilmek için sizi oyalayacak aktiviteler bulun.

  • Yürüyüşe çıkmak, sorunu anlayıp ne olduğunu bulduğunuzda bu sorun hakkında konuşup destek almak size iyi gelebilir.

  • Aşırı uykudan kaçının.

  • Hobiler edinin ve hobilerinizi düzenli olarak yapmaya gayret edin.

  • Yemek yeme davranışınızın üzerinde sürekli olarak düşünmek, o an hissettiğiniz duyguların yoğunluğunu artırabilir. Bu yüzden hobilerle uğraşmak, ilginizi, başka yöne kaydırıyor olmanız işe yarayacaktır.

  • Karnınız açken alışveriş yapmayın.

  • Zihinsel aktiviteler oyalanmak için oldukça iyi uğraşlardır örneğin bulmaca çözmek, kitap okumak gibi.

Hazırlayan: Pınar Özyiğit

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.