İnsanoğlu varolduğu günden beri milyarlarca kez yinelenen ama aslında her biri diğerlerinden çok farklı eşsiz bir mucize: Doğum... Nasıl ki her insanın parmak izi kendine özgü ise doğum anı da kendi parmak izimiz gibidir. Mucizeler kolay gerçekleşmez; bir anda oluvermez. Peki ne oldu da milyonlarca yıldır varlığımızı borçlu olduğumuz bu olağanüstü olay son yıllarda günümüz kadınları için korkulu rüya haline geldi? Şişli Florence Nightingale Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Dr. Öğr. Gör. Yusuf Olgaç, adım adım normal doğuma giden mucize süreci anlatıyor.


Rüyayı kabusa çeviren ağrı: Sancı

Sancı kelimesi dudaktan çıkar çıkmaz eminim birçok kadın için endişe ve korkuya davetiye çıkarıyor. Sözlüklerde hastalık durumunda iç organlarda batar veya saplanır gibi duyulan, nöbetlerle azalıp çoğalan ağrı olarak tanımlanıyor. Doğum ise yeni bir bebeğin dünyaya geliş olayı olarak yer alıyor aynı sayfalarda. Aslında yanıt da bu tanımlarda saklı... Doğum bir hastalık değil dolayısıyla gebe de hasta değil. Öyleyse doğumda acı çekmek kader olmamalı.


Kurtarıcıya olan hayranlık

Varoluşumuzdan bu yana bazen anneler bazen bebekler doğumlarda yaşamını kaybetti. İnsanoğlu bu kayıplara karşı çare aradı ve çözümü sezaryende buldu. Yıllar içinde ameliyatlarda çok yüksek kayıp oranları olsa da 1960’lı yıllar ve sonrasında hem cerrahi tekniğin hem de anestezi yöntemlerinin hızla gelişmesi ile birçok anne ve bebeğin hayatta kalması sağlandı. Ancak bu çok özel ‘Kurtarma Ameliyatı’ ne yazıkki zamanla suistimal edilmeye başlandı. Aslında çok ciddi bir karın ameliyatı olan sezaryen ağrısız bir doğum yöntemi olarak görülmeye başlandı. Tarlada çalışırken doğum yapan ve sonra işine devam eden kadın figürü aşağılanırken sezaryen ile doğum yapan modern dünya kadını yüceltildi. Bir sorun olduğunda ‘ Neden sezaryene almadın?’ diye soruldu hekimlere ama ‘Neden normal doğum yaptırmadın?’ diye kimse suçlamadı. Hekim içinde güvenli limandı sezaryen. Herkes güvende olduğuna göre sağlık sistemini yönetenlerde mutluydu. Ama her hızlı yükselişin hızlı bir çöküşü olması da kaçınılmazdır. Tekniği ilk uygulayan batı ülkelerinde sezaryen sonrası anne ve bebeklerde görülen ciddi sorunlar doğala dönüşü sağladı.


Gebelerin vebası: Korku!

Korkunun temelinde deneyimsizlik ve bilgi eksikliği vardı. Korku bulaşıcıydı hatta anneden kızına geçiyordu. Doğuma müdahalelerin başladığı dönemde mahremiyetin olmadığı doğumhanelerde, suni sancıyla, vajinal kesilerle ve psikolojik travmalarla doğum yapan günümüz anneanneleri; kızlarının da aynı kötü anıları olmasın diye onları yönlendirildiler. Kulaktan kulağa yayılan korkulu doğum hikayelerinde ya komşunun kızı günlerce sancı çekmiş ya da internette karşılaşılan bir gebenin bebeği kanalda sıkışmış, vakum çekilmiş bebek günlerce yoğun bakımda kalmıştı. Oysa bu ülkede her gün binlerce doğum oluyor güzel hikayeler nazar değer diye kimseye anlatılmıyordu ya da ratingleri düşüktü. Kötü olan ilgi çekiciydi ve büyüyerek yayılıyordu.


Kasılmanın sancıya dönüşümü…

Korku insan vücuduna geldiği zaman en ilkel mekanizmamız işler ve direksiyona ‘Adrenalin’ hormonu geçer. ‘Savaş ya da kaç’ hormonudur adrenalin. Nefesler sıklaşır, terlemeye başlar, tüm kan kol ve bacaklara hücum eder çünkü düşmana karşı güç gerekir. Daha doğumun başlamadan yorulmaya başlayan gebe süre uzadıkça panik ve stress yaşar. Kanlanması azalan her organda olduğu gibi rahimde de ağrı başlar dolayısıyla her kasılma ağrıya yani sancıya dönüşür. Stres-korku-ağrı üçgeninden kurtulamayan gebe vücutta istemli kontrol edebildiği tüm kasları kasar. Dolayısıyla rahim kasları birlikte çalışmak yerine birbirini engellemeye başlar ve doğumun ilerleyişi yavaşlar. Bu çıkmazdan kurtulmak için artık sezaryen kaçınılmaz olur.


Sancı olmadan doğum olur mu?

Tabii ki doğumlarda hiç ağrı olmuyor demek pek doğru olmaz. Ama günümüz insanı doğada pek çok güzelliğe yaptığı müdahaleyi doğumlardan da esirgemedi. Oysa kendiliğinden başlayan müdahalesiz ilerleyen bir doğumda, anne kendi bedenine güveniyor, korkularının bedenine etki etmesine izin vermiyor, çevresinden yeterli desteği alabiliyorsa kendi mucizesine güvenle yol alıyor demektir. Gelen her kasılmayı huzurla karşılayıp gevşeyebilen ve bedenine direnmeyen; aksine onunla beraber hareket eden bir anne için doğum kasılmaları çok şiddetli olmayabilir.


Derin gevşeme işte burada devreye girer. Gebe hipnoz altında gibi vücudu ile uyumlu hareket etmeye başlar. Rahatlar ve kaslarının uyumlu çalışmasına olanak sağlar. Panik olmadan alınan her nefes hem ağrıları azaltır hem bebeği besler. Böylelikle bebeğin anne teni ile buluşması ile birlikte en ufak bir ağrı zerresi bile kalmadığına; endişenin sevince; yorgunluğun canlılığa; mağlubiyet hissinin başarma sevincine ve gurura dönüştüğüne hemen her doğumda şahitlik ediyoruz.


Normal doğumla barışmanın zamanı geldi!

Dokuz ay gibi uzun bir sürede anne adayları kendilerini bu anlara çok iyi hazırlayabilirler. Bu hazırlığın ilk adımı doğru bilgiler. Neyse ki artık birçok devlet hastanesinde bile gebe okulları ile bu eğitimlere ücretsiz olarak ulaşılabiliyor. Derin gevşeme tekniklerini alışkanlık haline getirebilmek ise birkaç haftalık eğitim ile sağlanabiliyor. Aktif doğum pozisyonları, hipnoz , masajlar, psikoterapi, aromaterapi, suda doğum gibi birçok destekleyici yöntem genellikle doğum ağrılarında yeterli olmaktadır. Bunların dışında ağrı kesici ilaçlar ve epidural anestezi de ihtiyacı olan gebeler için alternatif olarak birçok merkezde güvenle kullanılmaktadır. Sonuç olarak doğurtulmayı bekleyen korkulu bir hasta olmaktansa; doğuma aktif katılan ve kendine güvenen, hekimi ile doğru iletişim kuran bir gebe olmak mutlu bir doğumun anahtarı olacaktır.


Yazı: Dr. Öğr. Gör. Yusuf Olgaç

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir çok güzel bir yazı..teşekkürler..
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.