Aile olmanın sorgulandığı aşamalardan biri, anneden babadan kalan malın mülkün paylaşılacağı günlerdir. Daha fenası, hayatta olan anneden babadan henüz kalmamış malı mülkü paylaşma planları yapılan zamanlar.
Aynı anneden babadan doğmuşsun. Beş yaşında yoksun, düşmüşsün dizin kanamış, gelmiş o silmiş. Saçındaki üç tel beyazı elinde el aynası cımbızla çektiği günü hatırlıyorsun. Çaktırmadan gidilen Adaları Modaları, sokakta kıvrılan etekleri, evde oynadığınız saklambaçları, patatese benzediğin ergenliğini hatırlayınca ne çok gülüyorsun.
Kardeş dayanışması ne güzel. İlk çalışmaya başlayan, diğerinin cebine harçlık koymuş, ilk maaşıyla kot almış, orijinal 501. Gece fısır fısır aşk hayatlarınızı sorgulamışsınız. Manitalarila buluşmaya giderken birbirinizin askılı bluzlarınızı giymişsiniz, birbirinize makyaj yapmışsınız.
Sigara börekli kahvaltılar. Mayalı hamur kızarttığınız beş çayları. En sevdiğiniz dizi başlarken patlatıp kucağınızdaki koca kaba doldurduğunuz mısırlar.
Arada küsüp barışmalar, her evde olan türden.
Sonra herkes evden yavaş yavaş ayrılmaya başlamış, kendi hayatını kurmuş. Çoluk çocuğa karışmış. Daha az görüşülür olmuş. İnsanın ailesi bir yerden sonra içine doğduğu değil, kendi kurduğu belki.
Zaman içinde anne baba yaşlanmış. Anne yine bayramın ilk sabahı dolmalar, mercimekli köfteler yapıyor. Baba tıraş olup kumaş pantolon giyip evlatlarını bekliyor.
Ama işte o sıralarda çocuklara bir haller oluyor.
Koca bir hayatın anılarının yüklendiği evde, salondaki açılır kapanır büyük masada, annenin yaşlanıp yavaşlamış ellerinin sardığı dolmalar köfteler kursaklara indirilirken, konu nasıl oluyorsa evin şimdi kaç para ettiğine geliyor. Civar binalar yıkılıp yerlerine yenileri dikiliyor ya, evlatlarda bir hareket, bir stres, bir ıkınma.
“Baba şimdi bu eve kaç daire verirler.”
“Bu ev” lafı babaya dokunuyor ama bir şey demiyor.
“Valla evladım, zannediyorum iki.”
“Hadi ya!.. Üç vermezler mi diyorsun?”
Sessizlik. Üç kardeşler ya, her birine bir daire düşsün, hesap bu.
“Kiradan kurtulurduk.”
“Ya da kiraya verirsin, oradan gelenle ev tutarsın. Di mi?”
Bir evi kuyumcuya altın bozdurur gibi bozdurup yerine üç tane alınca, üç kardeşe bölüştürünce her şey tamam mı olacak? Ya anneyle baba nerede oturacak? Onlara da küçük bir daire tutulur, zaten iki kişiler, yeter. Öyle mi? Anneyle baba yuvasını yıktırmak istiyor mu acaba? Hayatlarının geçtiği, zor zamanların üzerine az biraz rahata erdikleri evlerinde, ömürlerinin son yıllarını huzur içinde geçirmek istiyor olabilirler mi? Onların ne istediğini, ne hissettiğini kim soracak?
Aslında daireye bedel değil, anneyle babaya ömür biçiliyor. “Eh, sizin ölüm vaktiniz yaklaşıyor. Verin şu evi, hepimiz rahata erelim.”
Hiç yetmiş yaşına olmamış, kokusunu içine çeke çeke sarılıp öptüğü yavrusu karşısına geçip “Ölünce bana ne bırakacaksın” dememiş biri, bunun nasıl bir gönül kırıklığı olduğunu herhalde anlayamaz.
“İnsanlar nankör” insanın kaç kere duyduğu, kaç kere de kullandığı laftır ömrü boyunca. Oysa insanın nankörlüğü üzerine belki de en çok anne babaları dinlemek gerekir. Gerçi onlar konuşunca çok kişi çocuk yapmaktan vazgeçebilir.
İnsanın aslında kim olduğu yolda, tatilde anlaşılır denir ya. Aslında buna kardeşliği de eklemeli. Çünkü insan, beraber büyüdüğü kardeşini maldan mülkten konu açılınca, açıldıkça tanıyamıyor, konuyu durup durup açmasını anlamıyor. Öyle bir kendinden geçiyor ki o kardeş, henüz hayattaki anne babasının etrafında yamyam gibi dolaşmaya başlıyor. Kimseyi anasını babasını oturttuğu kazana yaklaştırmıyor. Gerçek şu ki “kardeş”, dünya malı kendisine kalsın, kendisine daha çok kalsın, mümkünse en iyisi, en güzeli, en pahalısı onun olsun istiyor.
Dünya malı nasıl tatlı bir şey ki, insana kendi kaderini unutturuyor. Kader sadece vade değil.
Başına ne geleceğini bilmeden yaşıyorsun bu dünyada. Evinden çıkıyorsun mesela, kaldırımdan ayağını caddeye atıyorsun, gözünü açıyorsun etrafında insanlar. Ertesi sabah gazetelerin manşetindesin belki, akıl almaz bir olayın kahramanı olmuşsun, artık yoksun.
Annenle babandan kalacakları hesap ederken, hesap edemediğin şeyler olabilir hayatta. Düşündükçe iştahlandıklarını kimseye yedirmeyeceksin diye tırnaklarını boşuna kemiriyor olabilirsin. O mirası tek başına çatır çatır yiyemeyebilirsin. Yeri geliyor, insan hazırladığı akşam yemeğini yiyemiyor.
Yani hayat o kadar hesap ederek yaşamaya gelmiyor. Anneni babanı üzmeye, küstürmeye, kardeşlerini kendinden nefret ettirmene değmez, gerçekten değmez.
Miras dediğin de dünya malı işte, senin gibi, herkes gibi.
YORUMLAR