Aşk... İnsanlar asırlardan beri aşık oluyor, seviyor, o muhteşem duygunun peşinden koşuyor, aşk uğruna gözyaşı döküyor.


Aşk için mücadele veriyoruz, emek harcıyoruz, kalpten acılar çekiyoruz ayrılıklar sonrasında... Aşk için verilen bunca uğraşıya rağmen aslında "Aşk"ın ne olduğunu bilmiyoruz. Aşkı tarif etmek ne kadar da zor... Hangimiz tek kelimeyle aşkı ifade edebiliyoruz ki?


Aşk; tanımı, içeriği cevapsız sorularla dolu bir kavram. "Aşık oldum" diyoruz. Aslında neye, kime aşık oluyoruz, kıstasımız ne? Aşık olunacak insanda ne aramalı, ne bulmalıyız, bizi ne cezbediyor, kalbimizi yerinden çıkaran hangi haz? Aşıksak nasıl hissetmeliyiz ki aşk mı, heyecan mı ayrımına varalım! Aşık insan nasıl olmalı?


Ve neden o insana değil de bu insana aşık oluyoruz? Buna kalbimiz, beynimiz neye dayanarak karar veriyor?


Aşık olacağımız insanı seçemiyoruz farkında mısınız? Kıyafetlerimizi, arabamızı, arkadaşlarımızı kendimize yönelik her şeyi seçebiliyoruz yaşamımızda bir tek kalbimizi çarptıracak kişi hariç! O bize sormadan gelip oturuyor sırça köşküne.


"Hadi ben gideyim şu kadına veya erkeğe aşık olayım" diye bir durum söz konusu değil. Seçebilseydik zaten bizi sevenleri seçer; mutsuzluk ve aşk acısı kavramlarına çözüm bulmuş olurduk. Maalesef öyle değil; aksine kalp kendisi için atmayana akıyor... Bir de böyle bir dengesizlik var aşkın akışında... Çoğu zaman da zamansız zamanlarda kapıyı çalarak...


Aşkın bir ölçüsü var mıdır, biz bu ölçüyü biliyor muyuz; bilmiyoruz. Aşkın hangi kapıdan, ne zaman ve nasıl çıkacağını hiç kestiremiyoruz. Fakat gerçek olan şu ki aşk her defasında insanı şaşırtıyor öyle değil mi? İşte aşkı vazgeçilmez kılan da bu sürprizleri oluyor belki de. Bu bilinmezlikleriyle "aşk" dilimizde bir soru olarak duruyor.


Bir de aşka âşık olmak var. Hiç düşündünüz mü, belki çoğu zaman kişiye değil aşkın kendisine aşık oluyoruz. Merkeze bir kahraman koyuyor, oysa kişiyle değil aşkla aşk yaşıyoruz ne dersiniz? O duygunun getirdiği heyecan, romantizm belki de aşkın kimyasındaki muamma bizi içine çekiyor. Hatta bazen hissedilen yoğun aşk cinselliğin, dokunmanın bile ötesine geçebiliyor. Uzaktan sevmek demiyor muyuz bu duruma? Dokunmadan, görmeden sadece hissederek bir hayali yıllarca seven şairlerin, yazarların aşkları yok mu edebiyatımızda? Bu hissiyat da bu sefer yine şu soruyu karşımıza çıkarıyor. Aşk bedene hapsedilir mi? Evet her ne kadar bedenlerin teması aşkı bir şölene dönüştürse de temelde ihtiyacımız olan duygu, sevme ve sevilme ihtiyacı. İnsan sevmeye ve sevilmeye muhtaç bir varlık; gücünü bu duygudan alan. İşte bu duygunun yoğunluğuyla gerçek ve tutkulu aşkın özünde kendinden vazgeçmek de var. Sevilmeye aç ve muhtaç insan yapısı aşkı kaybetmemek uğruna kendinden ödünler veriyor.


Aşk kalbe gelip yerleşince kişi kendi derinindeki o öze ulaşıyor. Aşk uğruna yapabileceklerinin dolayısıyla kendi sınır veya sınırsızlıklarının farkına varıyor. Kendini keşfediyor adeta. Ya çok güçlü oluyoruz ya da güçsüz. Ama gerçek olan şu ki bu hissiyat karşısında kabuklarımızdan ayrılıyoruz ve kendimiz gerçek "bizi" görüyoruz. Kalp, aşk karşısında savunmasız olduğu için kendini teslim ediyor tüm acısını bile bile...


Aşkın tanımı, şifresi ne bizden önceki nesillerde çözülebildi, ne de bizden sonra çözülebilecek. Her şeye rağmen aşk kanunları olmadan kendi başına buyruk, güzellikleri, acıları, heyecanı en önemlisi tüm gerçekliğiyle sonsuza kadar peşine düşeceğimiz bir duygu olarak hüküm sürecek.


Aşkın ateşine düşmek veya kaçmak ise bize düşen bir karar olacak...

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.