Kendini bırakmanın, rahatlamanın, sadece anda kalmanın, tembellik etmenin lanetlendiği yüzyıldayız. Tüm dünyayı çepeçevre saran bir küçücük virüsle, hepimiz durduk. Bu durma mecburiyetinde bile durmayı beceremedik. Daha çok okumalıyım, daha çok izlemeliyim, daha çok yazmalıyım, daha, daha, daha, daha... Instagram'daki canlı yayınlardan gına geldi. Hızlıca tüketmenin bir başka yolunu hemen bulduk. Üretken olmanın hiçbir mahsuru yok elbette. Fakat bu ölümlü olma kaygısı ve geride iz bırakma derdimiz her anımızı kaydetme ve kitlelerle paylaşma çılgınlığına dönmüş durumda. Uzman sıfatıyla yapılan işler bir tarafa; her gün yaptığı yemeği paylaşanlar mı dersin, tuvaletini banyosunu nasıl temizlediğini sergileyenlere kadar uzanan saçma sapan bir boca etme durumuyla karşı karşıyayız.


Bir de bitmek bilmeyen mutluluk öğütleri var tabii! Hiçbir koşulda mutsuz olma hakkımız yokmuş gibi… "Hayatın anlamını kesintisiz yaşam sevincinde aradığınız oranda, hayal kırıklığı büyük olur. Sürekli keyif saçmak isteyen birisine bir müddet sonra bizzat kendisinden gına gelir" diye yazmış Wilhelm Schmid 'Mutsuz Olmak' kitabında. Oysa bazen sadece durmak gerekir. Kendini bırakmak, içeride olan bitenleri izlemek, bir çocuğun içsel kapasitesine ulaşmaya çalışmak…


İnsanlık tarihinin en acayip günlerini geçiriyoruz tüm dünya insanları olarak. Bu durumun bize ne gibi dersler vermeye çalıştığı çokça yazılıp çizildi. Ama bana göre en önemli bilgi şu: Birbirimize görünmez bağlarla bağlı olduğumuz gerçeği. Dünyanın bir ucunda bir kelebek kanat çırparsa, öteki ucunda fırtına koparmış gerçekten!


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.