Orta sehpa

Orta sehpaları çok severim. Çünkü orta sehpalar üzerinde yenen yemekleri çok severim. Limon rengi sehpamın üzerinde iki koca canla ballı bir muhabbetin ardından kirli tabakları, çatalları, bardakları lavaboya taşırken geçti aklımdan; çocukluğuma atılan bir oltayla eskilere gittim yine.


Kadıköy Selamiçeşme’nin çıkmaz bir sokağında dört katlı eski mi eski bir apartmanın üçüncü katı. Annemle babamın daha ben ortada yokken kurdukları ilk yuva. O eve doğdum diyemeyeceğim, zira kendimi hep anneannemin evine doğmuş gibi hissederim. Çalışkan her anne babanın çocuğu gibi bana da anneannem bakardı ve ben sadece haftasonları kendi evimize gelebilirdim.


Cuma akşamları, ah o cuma akşamları… Yerden tavana kadar ve her yanından soğuk üfüren camları vardı minik salonumuzun. Salon mu ev mi demeli oraya bilemiyorum. Mevsim kış oldu mu, sobanın bulunduğu oda hangisiyse ev orasıdır kanımca. İş çıkışı anne ve babam evde buluşmuş, babam bir telaş sobayı yakmıştır; yakmıştır ki az sonra evin ufaklığı gelecek. Babamla birlikte iki üç mahalle ötedeki anneannemin evinden bizim eve olan o kısa yolculukta anneme düşen görevse sofrayı kurmaktır. Sobanın hemen dibindeki koltuğun önüne çektiğimiz o orta sehpada yediğimiz akşam yemeklerini, sabah kahvaltılarını hiç unutmadım. Ama en çok cuma akşamlarını... Çünkü cuma akşamları üçümüzün buluştuğu akşamlardı.


Yirmi küsur seneden sonra kendi evimde aynı üçgeni kurabilmiş olmanın tadındayım iki buçuk yıldır. Koltuk, soba, orta sehpa…


Köşeleri çok seven biri değilimdir aslında. Üçgenleri, dörtgenleri, köşeli ve sivri şeyleri sevmem. Bu yüzden bu eve bir orta sehpa hayali kurarken (evet, yeri geldiğindebir orta sehpanın bile hayalini kurabiliyor insan) köşeleri olmasın istemiştim. Baktım ki ne istediğim şekli bulabileceğim ne de rengi, tuttum ben çizdim nasıl bir şey istediğimi. Hem kütüphane hem orta sehpa hayallerimi maharetli ellerine teslim ettiğim marangoz İhsan Abim, uzun bekleyişler sonunda kucaklayıp kocaman bir limon bıraktı salonumun ortasına. En sevdiğim sarı, limon sarısıydı çünkü istediğim.İşte bu da bildiğin hokus pokustur. Üreten insanların elinden çıkan hemen herşeyin öyle oluşu gibi.


Şimdi bir can arkadaşım koluna sevdiğini de takmış geliyor benim Ağaç Kovuğu’na. Son demlerinden kalan köy şarabından açıyorum yine bir şişe. Sarının üzerine pek güzel gidiyor bardakların içindeki kırmızı. Yerleşiyorlar sehpaya. Onlar aralarında sohbet ederlerken ben mutfakta dayımın hediyesi, zeytin kütüğünden kesilmiş bir tabağa sırayla peynirleri yerleştiriyorum. Hellimler kızarıyor cızırcızır. En sevdiğim şeyi yapıp en son üzerlerine biraz kekik serpiştiriyorum. Sonra kümeleniyoruz benim sehpanın etrafına. Dışarısı buz. Kuzine gürül gürül. Aynı anda uzaklardan bir yerden rakı kadehi düşüyor telefon ekranıma. Karlar içinde bir anason topu. Saatler önce yapılmış bir sohbetin ardından “seninle konuşunca böyle oluyor” diyor “bir iki kadeh keyiflenmek istiyorum.” Olduk mu sana orta sehpanın etrafında dört kişi!


Bir orta sehpadan daha kaç sevgi hikayesi çıkar ki?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir sıcacık yazınızla beni kendi çocukluğuma götürdünüz .... elinize yüreğinize sağlık
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.