Yokluğunda ‘çok’ kitap okudum
Merhaba sevgilim,
Hani “yokluğunda çok kitap okudum” diye başlayan bir şarkı vardı. ‘Çok’tan anladığın nicelikse değil ama ruhumun, kalbimin, zihnimin doyumlarda gezdiği kitaplar okudum, okuyorum evet. En çok, vurulduğum bazı karakterlere rastlayınca hemen yamacımda olup da sana anlatamamaktan yakınıyorum ya da kitabı hiç konuşmadan, benden sonra eline alsan okurken “Zeren’i bu karakter kim bilir nasıl etkilemiştir” diyeceğinden emin olmak hoşuma gidiyor. İnsanların birbirini tanıması, hangi okulda okuyup kaç dil bildiğini bilmekle değil de böyle böyle başlıyor işte.
Mesela yine Yaşar Kemal okuyorum bu aralar. Kimsecik üçlemesinin hikayesi, karakterleri başlı başına birer destan. Farklı yoğunluklardan gün içinde elime azar azar alabiliyorum ama inanır mısın tüm gün zihnimde benimle birlikte İsmail Ağa’sı, Zero’su, Zalımoğlu Halil’i, Topal Hacı Abbas Usta’sı… Ah hele o Topal Hacı Abbas Usta yok mu?
İlk kitapta Zalımoğlu Halil’den ne kadar etkilendimse ikinci kitapta da Topal Hacı Abbas Usta gelip çaldı gönlümü. Evini yuva yapmayı beceren insanları nasıl severim bilirsin. İşte o yüzden sen de okusan bu adamın beni nerden yakaladığını bilir, kitabı bana uzatırken gözlerimin içine bakıp Topal Hacı Abbas Usta derdin.
Bir gecede bilinmeyen bir yerden Çukurova’nın romanda geçen köyüne gelip şırıl şırıl akan suyun kenarındaki ulu dutların altına her santimiyle kendi uğraşa uğraşa diker evini. Köylü için onun bir nakış işler gibi işlediği evini yapışını izlemek bir keyiftir. Sadece tuğlası, çatısı, boyası değil, ruhunu da örer evin. En çok çam bir bardak yapmakla uğraşır. İçini oyar, boğazını deler. “…büyülerden çıkmış bir kuş gagasına benzetmek için çam bardağın ağzını, günlerce ter döker.” Yine de daha bitmemiştir. Bir de nakışlanması gerekir bardağın. Nakışlarını işler bardağın üzerine. Gün ışığında ayrı izler eserini, ay ışığında ayrı. En son uzun bir zaman geçtikten sonra içine sinip herşeyi tamamladığında çoluk çocuk, yaşlı dutların altına toplaşıp merakla, hayranlıkla onu izleyen ve yaptıklarından dolayı ona büyücü gözüyle bakan köylünün karşısına geçip kutlama şöleninin müjdesini verir. Yılı geçkin süredir uğraştığı evinin bitişini tüm köylü ile birlikte ateşler yaka yaka, kazanlar kaynata kaynata kutlayacaklardır.
Sanırım Yaşar Kemal’in en sevdiğim taraflarından biri bir sofra etrafında birleştirdiği insanları anlatışı, o birliktelik ruhu… Bir kap aşın, sadece bir kap aş olmayıp insanları gönül bağıyla birbirine bağlayan tarafını o kadar etkili anlatıyor ki çocukluğumdan bu yana gelen sofra kültürüne dair hissettiğim, önemsediğim ne varsa hepsini buluyorum o satırlarda.
Evini, sofrasını, toprağını bir nakış gibi işleyen, sadece kendine değil topyekun yaşama değer katan insanlara özlemimiz hep baki. Hayattaki en büyük zenginliğim sayarım kendi sofram kadar başkalarının sofralarında da benzer hislerle bir arada oturup güzellikler çoğaltmayı. Bilirsin, çok derin, sertliğini kaldırmakta zorlandığım kopuşlar da yaşadım hayatta lakin geriye bakınca zamana bin kez teşekkür edesi geliyor insanın. Zorluğun tortusunu süpürüp sadece o ruhu, güzellikleri hatırlamamı sağladığı ve bana yepyeni çok kuvvetli bağlar, sofralar, candan öte insanlar getirdiği için…
Özlemle kucaklarım.
Ps: Bilinmeyene mektuplara devam…
YORUMLAR