Nergis ile Halit’in masalı
“O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Zaman zaman insandan yana derde düşünce Yaşar Kemal’in en çok andığım sözüdür. Bir ağalık ve zorbalık masalı olan Demirciler Çarşısı Cinayeti, bu dev hikaye daha ilk sayfasında tokat atar bu cümleyle.
Sonra yine bir gün Ege yollarında merakının ve güzelliklerin izinden giderken kapısında altı yedi tavukluk bir kümes olan tek katlı derme çatma bir evin önünde kapanır kontak. Şayet biri, senin Alice Harikalar Diyarında masalının tavşanının bir tavuk, ağaç deliğinin de bir kümes arkası olacağını söyleseydi, güle oynaya kabulündü o masalın kahramanı olmak.
O deliğin içine düşünce ya da kümesin arka kapısından girince ne mi oluyor? Alice’in macerasını biliyoruz ama bizimki de şuydu: sihir! İnsan kalbinin en birinci ve garantili anahtarı samimiyet. Öyle kocaman, öyle candan, öyle misafirperver, öyle güleryüzlü Ege insanı karşıladı ki bizi, insana dair neredeyse tüm karamsarlıklarına merhem et sür.
Kendi ballarını, zeytinlerini, pekmezlerini yapan, toprağıyla, çapasıyla, bileğinin gücüyle var olan müthiş üretken insanlar. Bal ve keçiboynuzu pekmezi peşindeki maceramızın bizi buraya sürüklediğini öğrenmeleriyle önümüze kalın kalın petekleriyle dökülen ballar, odun fırınından çıkalı yirmi dört saati geçmemiş köy ekmeği, beş çatal… Hem ömründe hiç, petekleri neredeyse ağzına atar atmaz eriyen bir bal yememişsindir, hem de habire “bunu da tadın, bunu da tadın” diye açılan bal kavanozlarına yetişemezsin. Ama mevzu ne baldır, ne yemek. Alice Harikalar Diyarında masalı olarak yaşadığın hikaye, bir anda Halit ile Nergis’in bal diyarına dönüşür. Heybene bir, Halit’in hep kol gücüyle çalışmasından sebep kalınlaşmış, kocaman parmaklı ellerini, Nergis’in gülümsemeden tek laf edemeyişini, petek petek balları, yumurtaları, bulgurları, pul biberleri koyar, evine öyle dönersin.
Hep söylediğim bir şeydir, Ege’de dolaşırken bazen kendimi bir Halikarnas Balıkçısı öyküsünde gibi hissederim. Ama o gün hissettiğim şey bir Yaşar Kemal hikayesinin içinde olmaktı. Lakin demirin tuncuna, insanın piçine kalınan öykülerinden birinde değil de, Bir Ada Hikayesi’ndeki gibi kapısı tüm insanlara açık, eli olamasa da gönlü bol o koca yürekli insanların hikayelerinden birinde… Yaşar Kemal, Nergis ile Halit’i görmeliydi dedim, görmeli ve yazmalıydı. Ama sonra da aklıma Lena Ana geldi, Musa Kasım Ağaefendi geldi. O zaten bunları yazdı, kana kana, saçının telinden tırnağına kadar yazdı dedim.
Arkanda bir daha hep geri dönüp gitmek isteyeceğin kapılar bırakarak eve dönmek çok güzel. Bazı insanları hep böyle kalsınlar, hiç bozulmasınlar diye fanusa koyup saklayamasan da anılar için kalp en güzel fanus. Bir dahaki görüşmemize kadar dilerim mutlulukla kalsınlar.
YORUMLAR