Gökyüzünde yaşamak

Merhaba sevgilim,


Sana hiç gökyüzünde yaşamaktan bahsetmiş miydim? Evet hem de defalarca dediğini duyar gibiyim. Bilirsin, cevabını bildiğim sorular sormayı da severim, sevdiğim şeylerden defalarca bahsetmeyi de. Bir nevi tutku işte bu. Her ne kadar hayatta şiddeti yüksek duygulardan uzak olmak istediğimi söylesem de, kabul etmeliyim ki tutku benim için önemli bir duygu. Tutkuyla sevdiğim şeylerin sayısı çoğaldıkça yaşama daha bir coşkuyla bağlanıyorum. Günün birinde hiç hesapta yokken göçüverdiğim bu topraklardan ayrılamama sebebim de bu biliyorsun, tutkuyla sevdim çevremdeki her şeyi.


Pixar’ın o çok severek izlediğimiz animasyon filmi Yukarı Bak’ı (Up) hatırlarsın. İki yıl yaşadığım çatı katını o filmdeki eve benzetiyorum şimdilerde. Bulutların hizasında o uçan ev gibi dolaşmıştım iki yıl boyunca. Gökyüzünde yaşamanın içimde yer ettiği mekandı o ev. Her sabah güneşin göz hizamdan yüzüme karşı doğması, elimi atsam bulutları yakalayabilecek olma hissi ve hatta uçan halı misali birkaç bulutun evin etrafında dolaşmaları ve elbette ayla yaşadığımız o bitmeyen hasbıhaller. O dönem geceler boyu yazıp çizdiğim ne varsa hepsine bir tek ay şahitti. Bir gün dile gelse üzerine en çok sözü olacak insanlardan biri benimdir herhalde. Kağıt üzerine dökülürken şahit olduğu onlarca duygu bir yana, bence hakkımda söyleyeceği ilk şey, tutku var ya tutku, işte Zeren için onlardan biri benimdir diyecektir.


Sonra ne oldu da bahçe de bahçe diye tutturdun diyeceksin. Toprak da ayrı bir sevda biliyorsun. Böyle herşeyin en doğalının bir adım ötende olduğu bir coğrafyada yaşayınca gözünü ağaçlara açmak, çiçeklerin arasında dolaşmak, kendi sebzeni meyveni yetiştirebilmek istiyorsun. Lakin burda hayata teşekkürüm sonsuz. Ayağımı toprağa bastırırken beni minik bir çatı terasından da mahrum etmeyerek o çok sevdiğim gökyüzüne de yakın tuttuğu için. Şimdilerde ayakları toprakta ama başı gökyüzüne uzanmış, çok uzun boylu bir dev gibi yaşıyorum.


Bu mektubu sana yazma fikrini içime düşüren de yine gökyüzünde geçirdiğim bir gece oldu zaten. Eylül geldi ya, o çok sevdiğim bulutlar da geldi yine semaya. Günün batmasına yakın bahçede ağaçları sularken gökyüzünde öyle bir bulut istilası gördüm ki, bir kadeh anason bulutunu elime alıp onların katına çıkmak farz oldu. Sonradan düştü aklıma Oktay Rıfat’ın o muhteşem dizeleri…


“Apostol bu ne biçim meyhane

Tabağımda bir bulut

Kadehimde gökyüzü”


Buralarda gökyüzünün yere daha yakın olduğuna yemin etsem başım ağrımaz. Bir insan yaşadığı yerin en yüksek dağına çıkmadan ölmemeli bana kalırsa. Burdan sana verilmiş sözüm olsun, bir gün ben de çıkacağım bizim Kocadağ’ın tepesine. Zirvede yıllardır bir kayanın dibinde bekleyen anı defterine birkaç satır da ben yazacağım. O günden sonra sana özgürlüğün tanımını belki yeniden yaparım.


Bilirim çokça hep bulutludur senin de başın. Yağmuru bol, bereketi çok olsun bulutlarının. En çok sevdiğim halinden, gözlerinden öperim.


Ps: iki hafta önce belki devamı gelir dediğim bilinmeyene mektuplar, belki böyle bir seri olur gider zamanla. Bize mektup yazmayı istetiyorsun diyen tanıdık, tanımadık tüm dostlar için olsun bu yazı da…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir güzel zeren yorgunluktan ölüyorum derken, bu şahane mektuba rastladım.Aman Allahım bu ne lezzet bu ne tat,sihirli bir sopa değmiş gibi enerji doldum.seni çok sevip çok beğeniyorum.Çok yasa emi!
    CEVAPLA
  • Misafir '' bilinmeyene mektuplar '' umarım devamı gelir çoook güzeldi elinize sağlık
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.