Terkedilen hayvanların intikamı
Şimdi azıcık, bir Ege kasabasına kendim gibi dışarıdan gelmiş insanları şikayet edeceğim. Bu konularda daha evvel pek çok kez kalem sallamış, çokça çene yormuş bir insan da olsam vazgeçmeyeceğim milyon kere de olsa aynı şeyleri söylemekten.
Bencillik, metropol insanının ruhunda habis bir ur. Ülkemiz gibi düzenin, sosyal adaletin, hakkın, hukukun işlemediği toplumlarda o düzen, kapanın elinde kalma mantığı üzerinden yürüyor. O yüzden hakim olan tek eylem saldırmak. Ancak saldırırsan var olabilir, saldırırsan sahip olabilirsin. Sabah işe giderken oturabilmek için de o metrobüs koltuğuna saldırman gerek, haftasonu dilediğin sahil kenarında kahvaltı edebilmen için de vakitli bir şekilde saldırman gerek. Arabanı park edecek yer bulmaktan, kasada para ödemeye varana kadar durum böyle.
Durum, şehir sınırlarından çıkıp hayatın sakin bir rutinde aktığı minik kıyı kasabalarına geldiğinde de değişmiyor tabi. En iyi evi yaptırmak için saldır, denize en yakın şezlongu kapmak için saldır, mezeni beş dakika geç getiren garsona saldır, senden daha çok bu doğanın bir parçası olarak yaşayan hayvanlara saldır.
İşin hayvanlarla ilgili boyutu çok ayrı ve çok acıklı. Sonbahara hüznü ilk kim yakıştırmış bilmiyorum. Ağacından ayrılan yapraklardan, kısalan gündüzlerden, bulutlanan gökyüzünden değil de her sonbahar sahil kasabalarında terk edilen hayvanlardan görseymiş asıl hüznünü mevsimin.
Yaşadığım kasabanın insanının hayvanlarla hiç bir şehirli gibi sahiplik ilişkisi kurduğunu görmedim. Benim kedim, senin köpeğin demekten bahsetmiyorum. Benimsemek, beslemek, sevgi bağı kurmak elbet var. Ama hepsinden önce onun doğadaki varlığının kabulü var. Onu kendine bağımlı bir yaratık haline getirmeden var olan doğal döngü içerisinde sevmek, kollamak, beslemek var.
Lakin şehirli herşeyiyle sahip olmak istiyor. Tıpkı en güzel koya, en güzel eve, en güzel tekneye sahip olmak istediği gibi, en cins kedi-köpek de onun olsun, her sabah kuş sütü eksik kahvaltısından sonra başını iki okşayabilsin, sadakatiyle egosu okşansın istiyor. Zaten yazlık evlerin çoğu da bahçeli; tuvaletiymiş, gezdirmesiymiş çok dert değil. Ama tüm bunların hepsi bir mevsimlik. Yaz bitince bahçeli evlerin ferahından sonra şehirli otuz katlı binaların yüz metrekarelik dairelerinde hayvan sevgilerini sıkıştıracak alan bulamıyorlar tabi. Sahil kasabası insanı, sonbaharda yönünü şehre çevirmiş arabalardan yol kenarına bırakılan hayvanların hikayesiyle dolu.
Bir sürü şeyi çok yanlış öğrendik de keşke sevmeyi de bu kadar yanlış öğrenmeseydik. Sahip olmakla sevmenin aynı şey olduğunu ilk öğretene yazıklar olsun.
Terkedilmiş bu hayvanların intikamıyla yüzleşecekleri bir gün diliyorum. Kendisinden başka herşeyin ona muhtaç olduğu egosuyla yaşayan insanoğluna en büyük bela belki de yine kendi varlığı. Vurulacağı tek silah da yine bu olacak; insan…
YORUMLAR