Memleketime yaz gelmiş
Yaz geldi, seçimler bitti, okullar kapandı, Ege ve Akdeniz kıyılarından güneş kremi kokuları yükselmeye, metrekare başına düşen insan sayısı hızla artmaya başladı. Bir kaşığa kaç mantı sığabileceği nasıl marifetten sayılıyorsa bir kumsala kaç şezlong sığdırılabileceğinin marifetten sayıldığı günler de böylece başladı. Esnaf, her sene olduğu gibi, tüm baharı hazırlıkla geçirip paraların suyunu çektirdiğinden şimdilerde burunlarına gelen güneş kremi kokusundan çok mutlu. Tıpkı sonbaharda git gide uzaklaşan kokudan mutlu olduğu, kalabalıkların yüzde doksanının arkasından su dökmediği gibi.
Bir iki ay gibi çok kısa bir sürede heyecandan, neredeyse hoşçakal bile dememe noktasına gelinme sebebini anlamak hiç de zor değil. Telaş ve sakinlik aynı bünyede, aynı anda durmuyor zira. Kendini beğenmişliğin mütevazılıkla, kabalığın kibarlıkla durmadığı gibi.
Şehir ritmine, yaşam alışkanlıklarına, dolayısıyla oralarda biriken öfkelere, asabiyete alışkın değil sakin kasaba insanı. Cebinde parası, üzerinde tüm bir sene birikmiş siniriyle tatil beldesine varan şehirli, kendisinin sadece bir ya da iki hafta sahip olduğu imkanları ömür olarak yaşayan birilerini gördüğünde sakinleşmek yerine daha da öfkeleniyor haliyle. Ve bu öfkeyi hizmet aldığı yerli insanların üzerine kusmaktan hiç çekinmiyor. Turizmden para kazanan, tüm bir seneyi yazın kazanacakları üzerinden kurgulayan insanların posasını çıkarıyor. Bedenen değil zihnen. Bir dönem hizmet sektöründe çalışmış bir insan olarak biliyorum ki beden yorgunluğunu gidermek bir, hadi en fazla iki günlük iş. Lakin zihni ve kalbi yoruldu mu insanın, bir dinlenme reçetesi bulabilmek o kadar kolay değil.
Hayatta tek bir doğru, dolayısıyla ideal olan tek bir yaşam tarzı olduğuna inanmıyorum. Herkesin kişiliğine, beklentilerine, belki yaşına vs. bağlı bir dolu farklı yol vardır. Ama terazinin her iki yakasında da bulunmuş bir insan olarak her şeyden sürekli şikayetçi, mutsuz, tatminsiz ve asık suratlı olanın şehirliler olduğunu gördükçe güneyden dönerken yanlarında götürdükleri keşke sadece kararmış tenleri olmasa diyorum.
Keşke insana suretini gösteren aynalar gibi kelâmının karanlığını gösteren aynalar da olsa. Şikayeti selam, mutsuzluğu düstur bellemişlere bir çare olsa. Bu kadar bıkıp bu kadar bıktırmasalar. Eğer bütün bunlar olmuyorsa sürekli şikayet eden insanlarla karşılaştığımda bana buhar olup uçma marifeti verilse.
Henüz sezonun başında herkesin yüzünün güldüğü bu günlerin tadını çıkarmalı en iyisi. Bir ayı bulur bulmaz oflayıp puflamalar, asık yüzler başlayana kadar… Bu yaz bir değişiklik yapıp asabiyetleri, egoları, mutsuzlukları, kronikleşmiş şikayet hallerini şehirde bırakalım derseniz, o başka…
YORUMLAR