O korkuyu tanıyorum!

Bir kadın en çok kimi sever? En çok kimin canı yanacak, üzülecek diye içi titrer? Anne olmasam da varoluşumun bana verdiği güdüyle biliyorum ki, varsa çocuğunun... Bir kadın düşünün ki anne olmak dendiğinde aklına hep korkular gelsin. Bir kadın düşünün ki olası çocukları için yapabileceği en iyi şeyin onları doğurma fikrine bile yeltenmemek olduğuna karar versin. Sağlıklı bir ruh hali olduğunu iddia edecek halim yok. Nasıl bir ülkeye, nasıl insanların arasına bir can getireceğimin hesabını yapıp da kendimi sadece varoluşsal güdülerime teslim edemiyorum diye suçlayacak var mı beni aranızda? Bir kadının “kızım çok acı çekmiştir, bari kurşunlayıp öldürselerdi” cümlesindeki acı, hikayenin sadece tanığıyken bile beni nefessiz bırakıyorken ve bu ülkede bu cümlenin öznesi olma ihtimali, sadece kadın olduğumuz için her birimize bu kadar yakınken…


Sosyal medyada #sendeanlat hashtag’indeki kadınların başlarından geçen taciz olaylarını okuyorum. Hemcinslerim dile gelmiş, başımızdan her allahın günü geçen taciz hikayelerini anlatıyorlar. Otobüste, minibüste ellemeye çalışanlar, laf atanlar, araba kullanırken kırmızı ışıkta açık pencereye motorla yanaşıp tüm iğrençliklerini kusanlar, sokakta peşine takılanlar, arabasına biner binmez dikiz aynası ayarlayan şoförler, bunların her birini savuşturmak için geliştirilmiş bir sürü taktik… Telefonda babanla ya da abinle konuşuyormuş numaraları, evde yalnız olduğun anlaşılmasın diye bir ton alavere dalavere… Hepsi, hayatımızın rutininden olmuş, geçiniz!


Bu ülkede başına şu sıralanan tacizlerden biri hiç gelmemiş olan bir kadın olma ihtimali YOK! “Ben yaşamadım” diyen bir kadın varsa eğer, onu iç sesiyle baş başa bırakıyorum. Bir olasılığın sıfır olma hali nasıl mevcut olabiliyor varın siz düşünün. Ve bütün bunların hepsi, ucu tecavüzle, dayakla ve hatta ölümle, üstelik ölümün de en vahşisiyle sonuçlanmadığı için olağan. Hayatın akışında, ekmek alır, su içer gibi yaşanıyor her gün.


Otuz iki yaşımda İstanbul’dan Türkiye’nin güney batı ucuna kaçtım. Evet “kaçtım” cümlenin yüklemi olmayı “geldim” ya da “taşındım”dan daha çok hak ediyor. Yakınım ya da değil, çoğu insan göreceli olarak erken bir yaşta bu ufak sahil kasabasında ne aradığımı çok merak etti. Büyük şehri neden bıraktığımı, iyi bir eğitimle ve birikimle vazgeçtiklerimi sorguladı. Çoğuna verdiğim cevaplar yeterli ya da inandırıcı gelmedi. Zaten ben de çoğu zaman hep geçiştirmek için bildik sıradan cevapları verdim. Trafiğe artık dayanamıyorum, çok kalabalık, yaşam şartları zor vs vs. Yalan mı? Değil. Ama asıl cevap başka.


Dünyada trafik sorunu olan tek metropol İstanbul değil elbette. Trafik değildi asıl sorun. O trafikte, o otobüslerin/metrobüslerin içinde, toplu taşımada olmasa özel araçta her gün maruz kaldığım vahşilikti. İtip kakmalar, sürekli çıkan kavgalar, tacizler, kendi başıma gelenler, üstüne bir de şahit olduklarım. Bir psikoloğun dediği gibi, üzerimizde travma yaratan şeyler sadece kendi başımıza gelenler değildir, şahit olduklarımız da travma sebebidir. Ve bu yazdıklarımdan trafikte olanlar sadece bir örnek. Yaşamın her alanına yayılmış genel bir salya akıtma hali... Sınıfı, eğitim ve gelir düzeyi de yok bunun. O her yanından teknoloji ve para akan ruhsuz plazaların kapalı kapılarında olanları bilmeyen bir tane çalışan yok.


Bir insan sıradan bir günün rutini olarak her gün ve her gün ve her gün nasıl böyle yaşar? Yaşarsa ruhu, kalbi nasıl sağlam kalır? Kalmıyor da zaten. Ve bu işte bir sakatlık olduğunu insanca muamele görüp, insanca davranabildiği bir düzenle karşılaşınca anlıyor. Tüm bunları nasıl normalleştirmişiz ki herkesin ama herkesin taciz edilmek üzerine çocukluktan başlayıp kadınlığa yürüdüğü yolda benzer onlarca hikayesi var. Hadi duralım ve bir de buna erkek çocuklarının başından geçenleri ekleyelim. Vahametin farkında mıyız? Gerçekten farkında mıyız?


Özgecan’ın başına gelenler tek başına çok korkunç ve vahşice olduğu için değil bunca haykırış. Her birimiz ayrı ayrı o korkuyu defalarca yaşamış olduğumuz, benzer bir hikayenin kurbanı olmaktan belki pek çok kez kurtulmuş olduğumuz ama tehlikenin hala kapının dışında hatta belki içinde olduğunu bildiğimiz için… Yarattığın tetikte, şüpheci ve paranoyak kadın nesilleriyle övün Türkiye!


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.