Ege, hayaller ve balkabağına dönüşen Ferrari’ler

Çoğunlukla İstanbul ama genel olarak büyük şehir kaosunun çoğu insanı birleştirdiği ortak bir payda var. Ege’de bir sahil kasabasına yerleşme hayali. Pembe panjurlu, başında beyaz bulutlar dolaşan güzel bir hayal. Lakin büyük çoğunluk için ayakları yere basmayan da bir hayal. Bulut hizasında yaşamak, hele de söz konusu olan Ege bulutlarıysa harika bir şey ama gerçekleri bulut hizasında yaşayıp hayalleri yere bastırmakta fayda var.





Geçenlerde bir blog yazısı okudum. Genelin tersine, şehirlilerin Ege kasabası hayal balonlarına iğneler batıran, bilgi yanlışları ve çelişkiler de barındırsa samimi bir yazıydı. On sene Datça’da yaşamaya çalıştığını ve sonra sıkıntıdan, aynılıktan, küçük yerde yaşamanın tüm zorluklarından bunalarak egzoz dumanına dahi hasret kalırcasına yeniden İstanbul’a kaçtığını anlatıyordu yazının sahibi. “Hadi canım, yok artık!” tepkileri vermeden bir durup düşünmeli derim.


Sosyal medyada paylaşılan harika fotoğrafların şişirdiği bir motivasyonla küçük yerlerde hayatın bir peri masalından ibaret olduğunun sanılması büyük bir balon. Zaten o motivasyonun hızıyla imkan yaratıp başka koşullar hiç araştırılmadan o yaşam kurulduğunda balonun patlama hızına ne o hayran kalınan gün doğumları, ne şahane dolunaylar, ne ağaçlar, ne rengarenk çiçekler engel olabiliyor. Tatminsizlik ve sıkışmışlık başlayınca hayran olup gelinen güzel manzaralar görünmez oluyor. Misal artık İstanbul’un pek çok güzelliğinin görünmez kalışı gibi. Tarihi yarımadayı pembelere, turunculara boyayan gün batımlarının büyüleyiciliği ya da Boğaz’ın tepesinde inci gibi parlayan dolunayların güzelliği yok mu artık? Her gün var, âlâsı var ama mutsuzluk, yorgunluk gözlerdeki en kalın perde. Aynı şey tersi için de geçerli.


Üç kıştır Datça’da yaşıyorum. Kış vurgum özellikle. Yazın parıltısı ve kalabalıkları çekilince çok daha sahici bir şey kalır geriye, elbette görebilene, sevebilene. Ama özellikle bu kadar ufak bir sahil kasabasında kışın da yaşayacağım demek zordur. Hep aynı insanları görmek, hep aynı mekanlarda oturmak, mağaza ve alışveriş merkezi parıltısından uzak olmak, sinemadan, tiyatrodan görece oranda mahrum kalmak şehir düzenine alışmış pek çok insanı omurgasından sallar. Coğrafyanın güzelliği, deniz kenarında içilen kahvelerin, çayır çimende yapılan pikniklerin hepsi bir anda balkabağına dönüşüverir. Bir nevi evlilikle biten aşklar gibi.


Medeniyetin getirdiği imkanlarla mutlu olmaya alışmış insanların, medeniyetin değil, doğanın hüküm sürdüğü yerlerde mutlu olmaya çalışması mümkün ama zor. Bana sürekli Datça’da yaşama hayalleriyle ilgili yazan arkadaşlara benden söylemesi, burada yaşamaktan çok mutsuz olduğunu bildiğim bir sürü insan var. Daha da ötesi, buraya büyük hayallerle ve aşkla gelmiş, yaşamını değiştirmek için riskler almış ama altı ay olsun dayanamayıp dönmüş insanlar da tanıyorum. O nedenle doğa fotoğraflarının güzelliğine aşık olurken sadece doğayla gerçekten mutlu olup olamayacağınızı bir sorun kendinize. Çünkü başka daha büyük sahil kasabaları değil belki ama Datça gibi ufacık bir kasaba sadece bu demek. Aşık olup hayran kalarak ayrılmak istemediğiniz, yazın hınca hınç dolu olan Palamutbükü’nde kışın çay içecek mekanı zor buluyorsunuz. Sokaktaki insan sayısı köpek sayısından daha aza düşüyor. Evet bulutlar güzel, güneşin aralarından sıyrılıp yarattığı ışık doyumsuz ama iş güç, ev buldum bulamadım, çatı akmış, buranın da yaş ortalaması çok yüksekmiş, arkadaş bulamadım derken bu güzellikler ne kadar devam edecek acaba?


Burda gerçekten dolu dolu yaşayıp mutlu olduğunu bildiğim insanların hemen hepsi doğayla ya da sanatla iç içe olanlar. Arıcılıkla uğraşıyorlar; zeytin zamanı zeytin hasadında, badem zamanı badem hasadındalar; ekip biçmenin, doğada ot toplamanın, dağlara tırmanıp keşif yapmanın, tarihi kalıntıların peşinden koşmanın, seramiğin, resmin, heykelin, fotoğrafçılığın peşindeler… Tabiatın renklerinden, çeşitliliğinden yaşam ve yaratıcılık gücü alıyorlar. Oturup kahve içeceği kafe sayısının bire, ikiye düşmesinden ve o mekânlarda sürekli aynı insanları görmekten şikayet eden kişilerin mutlu olabileceği bir yer değil burası.


Hayal kurarken en gerekli olan şey insanın önce kendini, sonra da hedef koyduğu şeyi tanıması.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir tercih meselesi. mutlu olmak isteyen her sekilde her yerde mutlu olur. ot gibide yasamayacaksin tabii. kendine mesgale bulacaksin. yoksa 6 ay dahi dayanamazsin.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.