Kök salmak
Çocukluğum; Ege’nin sahil şeridinde yer alan bir ilçede geçti. O günlerde kasaba havasının hâkim olduğu bu ilçe; bir çocuk için ganimetlerle doluydu. Orman; evimizin çok yakınlarındaydı. Henüz çok küçük yaşlarda kardeşlerimle ya da arkadaşlarımla birlikte yanımızda bir yetişkin olmaksızın denize gidebiliyorduk. İki katlı bir apartmanın birinci katında yer alan evimiz; mütevazı ve oldukça eski bir yapıydı. Balkon merdivenlerinden bahçeye iniliyordu. Bahçede ise annemin beslediği ördekler ve tavuklar vardı. Beş-altı katlı apartmanların yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı o günlerde; bir arkadaşımla asansörü merak etmiş; bu apartmanlardan birisine dalarak; heyecan içerisinde bir aşağı, bir yukarı inip, çıkmıştık. Sonrasında ise ilgimiz bu apartmanların diafonlu dış kapı zillerine yönelmişti. Sık sık zillere basıp, kaçmaya başlamıştık.
Ve zamanla çocukluğumun geçtiği ev de, o çok merak ettiğimiz asansörü ve diafonlu kapı zili olan apartmanlardan birisine dönüşmüştü. Fakat benim çocukluk anılarımda o ev, hep ilk haliyle yer alıyor hala..
Annem ve babam ata topraklarını çok genç yaşta terk etmek zorunda kalmışlar. Doğup-büyüdüğüm bu eve ve ilçeye karşı büyük bir sevgi besliyor olsam da; aidiyetsizlik hissi hep benimleydi. Ne annemin-babamın doğduğu ve memleket olarak adlandırdığımız yere ne de doğup-büyüdüğüm ve çok sevdiğim bu ilçeye tam olarak ait hissedemiyordum kendimi. Ve çocukluğumdan bu yana ait hissedebileceğim o yerin hayalini kuruyordum.
Zaman aktı; üniversite, iş hayatı ve evlilik derken; şehirler ve evler değiştirdim. O hayal hep benimleydi. Boş bir zaman bulduğumda; hiç bilmediğim ve tanımadığım diyarlara gider, yabanın içinde bir başına evleri izlerdim, uzun uzun. Betona esir olmuş, avm ve süper market ağıyla örülmüş şehir hayatıyla hiçbir zaman iyi bir ilişkim olmamıştı.
Anne oldum. Şehir hayatı içerisinde yaşamış olduğum sıkışmışlık hissi her geçen gün biraz daha artmaya başladı. Her şeyi yeniden ve daha derinden sorgulamaya başladım.
Bir gün ziyaret ettiğimiz bir köyün, çeşmesinde elimizi yüzümüzü yıkadık ve yürümeye başladık. Çeşme, köy meydanındaydı. Çeşmenin hemen arkasında ise mezarlık vardı. En son ne zaman ziyaret etmiştim bir mezarlığı? Yaşamın ve ölümün iç içe olması çok iyi hissettirmişti. Yanımızdan traktörle geçen adam, bizi selamladı. O an, tuhaf bir şey oldu içimde ve bu köyden kiralık ve satılık ilanlarına bakmaya başladım hemen. Bu vesileyle tanıştığımız ve şimdilerde de çok yakın dostumuz olan sevgili Emrah’a anlattım buraya dair hissettiklerimi. Emrah, bir gün müjdeli haberi verdi. Hem gönlümüze hem de bütçemize uygun bir yer bulmuştu. Ekonominin şimdiki kadar darma duman olmadığı o günlerde neyse ki hayalini kurduğumuz yaşama dair ilk adımı atabilmiştik. Ve zamanla içine; kan, ter ve gözyaşı üçgeninde yuvamızı da inşa ettik.
Kırsalda yaşama isteği; Zaytung’a konu olmuştu bir aralar. Ben şimdiki farkındalık ve bilinç düzeyinde bu eylemi destekleyenlerdenim. Ancak şehirde de buna benzer bir yaşamı mümkün kılmanın yolları var elbette. Ben kendi adıma bunu beceremedim. Kırsalda yaşama isteğim; ne pandeminin ne de okulsuzluk kararımızın bir sonucu. Bu benim çocukluk hayalim, bizim de hayalimiz.
Bir sırt çantasıyla dünyayı gezemiyorsak şayet; ait hissettiğimiz bir yerde kök salmalıyız belki de..
Taşınmaya dair notlar:
- Kiralık ev aradığımız bir dönemdi. Gezdiğimiz bir evin duvarları yeni boyanmıştı, odalardan birisi hariç. Bu odanın duvarları; çocuk resimleriyle doluydu. Ve oda, bu haliyle o kadar güzel görünüyordu ki. Bize, evi gezdiren kişi; ev sahibinin duvarları bu haliyle çok sevdiğini ve boyatmak istemediğini söylediğinde; hiç alışkın olmadığımız bir durum olması dolayısıyla çok şaşırmıştık. Ev sahibinin bu tavrının bizi fazlasıyla mutlu ettiğini de hatırlıyorum. Neticede biz o evi kiralamadık. Kiraladığımız evin duvarları da, kısa bir süre sonra o evin duvarlarına benzemişti. Bu konuda yakın çevrem tarafından kimi zaman eleştiriye maruz kalsam da; oğlumun duvarlara resimler yapması beni hep mutlu etmiştir. Tıpkı bir odası çocuk resimleriyle dolu olan o evin odasının duvarları gibi.
Pandeminin en kasvetli günlerini geçirdiğimiz bu evi çok da fazla özleyebileceğimi düşünmüyorum ancak bu evin şimdilerde sahibine teslim etmeden önce eski haline getirebilmek için uğraştığımız duvarlarını fazlasıyla özleyeceğim.
Evlerimiz, sokaklarımız, şehirlerimiz ve dünyamız çocuklar düşünülerek dizayn edilmiş değil. Ancak sürekli şikâyet edip duran ise yetişkinler!
Ve mevcut sistemde; çocuğunuzun duvarlara resim çizebilmesi için bile büyük bir mücadele vermeniz gerekebiliyor.
- Taşındığımız gün; oğlum eline benim eski fotoğraf makinemi aldı ve eşyalarımızı taşıyan arkadaşların bol bol fotoğraflarını çekti. Taşıyıcı arkadaşlardan en genç olanının eşyaları taşımada ki hüneri, fazlasıyla dikkatini çekmişti. Kahvaltısını da, öğle yemeğini de bu arkadaşlarla birlikte yedi. Kimi zaman sıkıldı kimi zaman çok eğlendi fakat gün boyu yoğun bir emeğe şahitlik etti. Oğlum, hayatın içinden böyle anlara dâhil olduğunda fazlasıyla mutlu oluyorum. Sanki okullarda en fazla eksik kalan taraf, bu bahsettiğim şey gibi geliyor bana.
YORUMLAR