Şimdi kendi köyünü kurma vakti, belki de…
Ben henüz doğmadan, annem ve babam ata topraklarını terk etmek zorunda kalmışlar. O günlerden bugünlere dek; "bir yere ait olamama hissi" ile devinip durdum. Bu his bana bir yandan dünyalı olma ayrıcalığı sunarken diğer yandan bir ayrık otu misali oradan oraya savurdu, durdu beni. Ait hissetmediğim yaşamların içerisinde, kendime defalarca ihanet ederken; içimde hep ‘‘kendimi ait hissettiğim bir yer’’ kurma hayaline tutundum.
Ve annelik… Benim için bir milat.
Sevgili Berin Orhan’ın da söylediği üzere, "İnsan birçok kez doğar! Önce anneden, sonrasında ise hep kendine…" Ben de annelik deneyimimle birlikte belki de ilk kez kendime doğdum. Annelik, dikkatimi dış dünyadan tamamen iç dünyama yöneltmemi sağlayan bir süreç oldu benim için. İçe dönük bu yolculuk sayesinde hem kendi karanlığımla hem de toplumun karanlığıyla yavaş yavaş ve derin bir şekilde yüzleşmeye başladım.
Annelik, toplumsal olarak inşa edilen bir süreçti. Ben anneliği tek başıma deneyimlemekle kalmıyor, toplumsal herhangi bir destek göremediğim bu deneyimimde; attığım her adımda bir engelle karşılaşıyordum. İçimde çoğalırken, dışımda giderek yalnızlaşıyordum. Bu yalnızlık, Okulsuz Büyümek’in yazarı Ben Hewit’in bahsettiği türden; insan ilişkilerinin eksikliği nedeniyle değil, amaç ve beklentilerimin farklılığı nedeniyle yaşadığım bir yalnızlıktı.
Tüketim odaklı şehir yaşantısının içerisinde; anneliğini sınamanın, kanıtlamanın ve tanımlamanın yolu da tüketim ürün ve hizmetlerinden geçiyordu artık. Tüketimle aramdaki duvarlar her geçen gün biraz daha kalınlaşmaya başladı.
Şehirde, yetişkinler tarafından sözde çocuklar için tasarlanmış kısıtlayıcı ve ölgün alanların çokluğu ve ekranların hapsettiği "çocukluk", betonun içinde dahi kendisini var edebilme gücüne sahip olan doğanın, zerreleriyle buluşturdu beni.
"Uzman" tavsiyelerine ve profesyonel bir otoritenin varlığına ihtiyaç duyulan ebeveynlik dünyasında; ben en çok sezgilerime ihtiyaç duydum.
Çocuklar için okul, kurs ve etkinlik ağıyla örülmüş, çocukluktan uzak bir dünyada mümkün olduğunca oyunlara sığınmaya ve oğluma hiçbir şey öğretmemeye çalıştım. Kültürel beklentiler karşısında da kendimi eskisi kadar kırılgan hissetmiyordum artık.
Ben; tüm inanç, düşünce ve kalıpların ötesinde, anneliğimi coşkuyla ve aşkla, hissederek yaşamak ve kendi özgün annelik deneyimimi inşa etmek istiyorum. Ve bunu mümkün kılmaya çalışırken de onlar gibi düşünmediğim için beni yargılayan kalabalıklardan uzakta olmak. Çünkü kendimi açıklamaya çalışarak harcadığım gücü ve enerjiyi artık sadece "bizim" için kullanmak istiyorum.
Bana kalırsa; tüm bunları kalabalıklar arasında düşe kalka da olsa mümkün kılmaya çalışmak, devrimci bir faaliyetti. Evet, annelik benim için devrimci bir faaliyetti.
"Bir çocuğu bir köy büyütür" derler. O köy; yandı, bitti, kül oldu.
Şimdi; kendi köyünü kurma vakti, belki de.
YORUMLAR