Çocuklarla büyüyoruz...
Çocuklarımızla büyüyoruz ve bence en çok onlardan öğreniyoruz. Anne babalık insanın hayatındaki en belirleyici görev. Hakkıyla yapıldığında kişiyi derinleştiren, zenginleştiren, hayataya bağlayan en güzel, en anlamlı sevgi.
Çocukların yaşları büyüdükçe öğrendiklerinizin niteliği de değişiyor. Sınıfta iyi dinleyen başarılı olur denir ya çocuk yetiştirmekte de altın kural iyi dinlemek, iyi izlemek. Hep yanında olsam kaygısını taşıdığınız özgürleşme, birey olma adımlarında her an elini tuttuğunuzu ince ince hissettirmek, senin için varım duygusunu, özgüvenini yaşatmak lazım çocuklara.
Okul senesinin sonuna geldiğimiz bu günlerde, ben anne baba üniversitesinin yüksek lisansını tamamlamak üzereyim diyebilirim. Bu sene en önemli derslerim arasında, ‘’Doğru yönlendirilen çocuk, kendi hedefini koyunca başarılı olur’’ vardı. Yoğun, yorucu ama sonucu çok olumlu bir ünite bu. Herkese tavsiye ederim.
Bu ünitenin en zorlayıcı kısmı bir konuya yoğunlaşan çocuğun ders dışı aktivitelerini en azından geriletmeden devam ettirebilmesi. Kızım Ece’den örnek vermem gerekirse, liseye hazırlık senesinde okumaya, enstrüman çalmaya ve müzik dinlemeye devam etmesi benim için çok önemliydi. Bunu başardı da sanırım.
Örneğin Hüseyin Rahmi ile tanıştı. Halk edebiyatımızın en önemli yazarlarından olan Hüseyin Rahmi’yi okudukça merak etti. Heybeliada’daki evini, hayatını araştırdı. Bu değerli yazarın ‘’yaşamının aynası gibi olan’’ sofrasını öğrendi. Artık çocuklar çok şanslı. Okullar öyle güzel yönleriyle tanıtıyorlar ki yazarları.
Konu sofra olunca, ben de dahil oldum tabii. Ece ‘’Anne Hüseyin Rahmi’nin sofrasını yazsana’’ dedi. Benim kızım ortak keyif alanımız yazı yazmada artık bana yol gösteriyor. Bundan büyük keyif olabilir mi?
Hepimizin çocukluğunda Hüseyin Rahmi’nin önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Odasına ‘’Gulyabani’’ girmeyen çocuk yoktur belki de bizim jenerasyondan. O zamanlar Harry Potter, Twilight gibi fantastik kitaplar, filmler yok tabii.
Hayal gücümüzün ve mizahımızın gelişmesinde Hüseyin Rahmi’nin çok payı vardır. Sofrasıyla ilgili bilgiye gelince, titiz kişiliğinın her ayrıntısını az ama öz dostlarıyla paylaştığı sofrasında da görebiliyoruz.
Sağlık, temizlik ve estetik ön planda. Kendi yaptığı salatası, mürdüm eriği reçeli meşhur. İlk lokmada sunulan yemekteki tüm eksiği tarif edecek kadar gurme. Ayrıca o da benim gibi yemekte su içmeyenlerden ve yanındakilere de içirmeyenlerden. Misafirleri gizli gizli susuzluklarını giderirlermiş. Ben özellikle buna bayıldım! Ama içimde bir burukluk da var, bu kadar hayata karşı özenli bir insanın şu an müze olarak kullanılan Heybeliada’daki evi biraz daha bakımlı olamaz mı?
Hüseyin Rahmi’nin sofrasına dair edindiğim bilgiler için Ece’ye teşekkür ediyorum ve benim genç yazarımın lezzete dair çok içten bir küçük denemesini sizinle paylaşmak istiyorum:
‘’Çok yemek yapılır bizim evde. Özene bözene, her davette farklı bir tat ve özel bir görüntüyle. Evimizde bu kadar çeşit yemek ve tatlı yapılırken benim en sevdiğim tadın evimizin dışında olması ilginç. Şüphesiz, evimizde, annemin ellerinden çıkan o yemeklerden büyük zevk alıyorum. Ama öyle çok sevdiğim bir yemek, daha doğrusu bir tatlı var ki o en yakın arkadaşımın annesinin ellerinden çıkıyor: İrmik tatlısı. Bu tatlı bizim evde pek yapılmaz çünkü irmik tatlısı sevmeyen çoktur. Ben de bu yüzden ilk irmik tatlısını Figen ablanın ellerinden tattım. Bir yaz günü, onların teknesinde, aşırı derece bir sıcakta o soğuk tatlının ağzımda bıraktığı tatlı tadını çok ama çok sevdim. O gün bu gündür Figen abla o tatlıyı bana yapar ve ben o tatlıyı severek, bayılarak yerim. Hele bir yaz sıcağında o soğuk tatlıyı kesmek, tabağına almak, ağzına koymak ve yemek...Büyük bir zevk...’’
İşte böyle...
Annelik yolculuğumda bir öğreti daha; kızım benim mutfağımı sevgili arkadaşım Figen Bahçıvan’ın mutfağıyla aldatıyor ve ben bundan da büyük keyif alıyorum!
İrmik tatlısı tarifini görmek için tıklayın...
YORUMLAR