Türk Yemekleri Olimpiyatı
Mutfağımda çalışırken bir yandan hayal kuruyorum...
Dünyanın en ünlü restoranlarından Kopenhag’daki NOMA’nın şefi Rene Redzepi ile Gülderen teyzemden öğrendiğim yuvarlamanın minik köftelerini yapıyoruz. Bir zahmet pirinci un haline getiriyoruz ve kıymayla iyice yoğurup minicik köfteler yapıyoruz. Rene biraz aksanlı ama gayet net bir Türkçe’yle, ‘’Zaman alıyor ama yuvarlamanın tadına değiyor’’ diyor.
Sonra New York’ın yine Michelin yıldızlı ünlü restoranı Perse’nin şefi Thomas Keller ile, iki sene önce mutfaklarına girip hayran kaldığım mermer tezgahın üzerinde annemden öğrendiğim ve annemle beraber yapmaktan en çok keyif aldığım 42 kat talaş böreğini açıyoruz. Thomas’a bu tezgahta çalışmak zevk diyorum, o da bana yine Türkçe ‘’Bu böreğin her bir katını açarken o zevk bana ait’’ diye cevap veriyor.
Yazın Büyükada’da aslen Monakolu olan provensal mutfağın dünyaca ünlü ismi Alain Ducas’ı bu sefer ada mutfağında ağırlıyorum. ‘’Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık’’ ezgisini mırıldanarak, benimle bahçenin asma yapraklarıyla sardalya balıklarını sarıyor.
Bir de meşhur L’Atelier de Joel Robuchon’un, 27 yıldızlı şefi Joel’le, zeytinyağlı dolmayı konuşuyoruz, ‘’Tabakta mı sarsak, yoksa avucumuzun içinde mi?’’diye.
Bütün bunları hayal ederken bende bir keyif ki sormayın.
Hayalgücümün zenginleşmesine neden çok sevgili dostlarımızın davetiyle 10. Türkçe Olimpiyatları'nın açılışına katılmamız oldu.
Gördüklerimden, dinlediklerimden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Başka başka ülkerlerden 14, 15 yaşındaki çocukların sahnede sanki profesyonelmiş gibi özgüvenli duruşları, ama aynı zamanda o çok amatör heyecanları, Türkçe’yi konuşma, kullanma ve icra etmedeki ciddiyetleri, ‘’Yunusla tanış olduk, Fuzuli ile aşk bulduk’’ derken ki içtenlikleri gerçekten şaşırtıcıydı.
Türkçe Olimpiyatları çerçecesinde ‘’İnsanlık el ele’’sloganıyla bu çocuklar 15 gün 41 şehrimizi dolaşacaklar. Öyle çocuk şarkıları söyleyip, kısacık şiirler okuduklarını sanmayın. Azerbeycan’lı Sema Münir Nurettin Selçuk’un ‘’Aziz İstanbul’’unu söyledi, Moldova ve Tanzanya ekibi Karadeniz’in yöresel halk dansını enfes oynadı, Pakistanlı delikanlı bence Ahmet Kaya’ydı, Senegal’li tatlı kız ‘’İkimiz bir fidanız’’ dedi. Yine bir Azeri güzeli Nazım Hikmet’in ‘’Güneşin Zaptı Yakın’’ şiirini okudu. Ama ne okumak, olağanüstüydü ve şahsi fikrim birinciğili o almalı…
En beğendiklerimden biri de Kırgızistan’lı bir çocuğun yaptığı stand up oldu. ‘’Ne oldu böyle size, bizler sizden daha iyi Türkçe konuşuyoruz’’ diye devlet erkanı da olmak üzere hepimize ders verdi.
Çocukların hepsi harikaydı. Denecek söz yok ama keşke dedim içimden klasik batı müziğinden de örnekler olsaydı. Mesela bir Adnan Saygun dinleseydik…Bir piyano, bir keman yeterdi…
Milli Eğitim bakanımız Ömer Dinçer’in konuşmasıyla biten sahne gösterisini sayın bakan güzel tasvir etti: ‘’Gördüklerimiz Türkçe’nin ete kemiğe bürünmüş halidir.’’
Anlamlı başka bir noktayla da bitirdi konuşmasını, Türk dilini dünyaya tanıtmak ve yaymak için yurtdışında çeşitli ülkelerde kurulan Yunus Emre enstitülerini mutlaka ziyaret etmemizi tavsiye etti.
Ben bütün bu görüp duyduklarımın şaşkınlığı içinde, başka başka hedefler de koydum kafama. Bu iş böyle devam ederse, çok mu yüksekten uçuyorum bilmiyorum ama dünyaca ünlü edebiyatçılar bir gün belki önce Türkçe yazarlar sonra kendi dillerine çevrilir kitapları.
Başka bir isteğim daha var Türk Yemekleri Olimpiyatları da olsun. İşte o zaman çok değil belki 20 sene sonra bol yıldızlı şefler Türk yemeklerini sunarken ‘’Afiyet Olsun’’ da derler. Türkçe Olimpiyatları’nın açılış akşam gördüm ki ciddiyetle yapılan her iş sonuç veriyor.
Demedi demeyin…
>>Yuvarlama tarifini görmek için tıklayın...
YORUMLAR