Günaydınları çalınmış çocuklar ülkesi
Kimi geceler uyumak için değil. Gün ağarana kadar o gece birken iki oluyor, üç oluyor, dört oluyor, derken… Bitmiyor işte. Ne zaman ki sen bitiyorsun, öyle geceler de ancak o zaman bitiyor. Biyolojik makinen durayazdığında bakıyorsun artık gün ağarmış.
Böyle sabahlarda canım beyaz ekmek çeker benim. Fırından yeni çıkmış, sıcak, beyaz bir somun. Son yılların daha sağlıklı diye bize sunulan suntadan farksız, lezzetsiz ekmekleri köreltmez nefsimi. O zaman erkenden evden çıkar, yavaş yavaş fırına yürürüm, sokakların ıssızlığının tadını çıkara çıkara.
Taksi durağına yeni gelmiş şoförlerle selamlaşırız, caddenin köşesindeki börekçi fırına yeni sürüyordur börekleri, onunla iki cümle siftah muhabbetimiz olur. Gazete bayiindeki dostum hatır sorar, hala sigarayı bırakmamış olduğuma bir sitem daha eder.
Tek tük kapılarında görünmeye başlayan esnafın henüz tam açılmamış gözlerinden akan uykuyu görür, bir gün önceden kalmış yorgunluklarını sezer, annemle babamın sabahları birlikte dükkanı açmaya giderken tembihlediği cümleleri bulurum zihnimde.
Küçük bir şehirde büyümüş olduğumdan mı nedir, sabah karşıma çıkan her kimse selamlaşmak isterim, verilen selamı almamasına aklım ermez, garipserim bunu, canım sıkılır.
İşte o gün de sonbaharın kış yakın der gibi getirdiği sabah ayazında caddenin sessizliğinde yürüyorum. Birazdan ekmeğime kavuşacağım ya arasına süreceğim tereyağının kokusu peşin peşin burnumda tütüyor.
Yukarıdaki apartmanlardan birinin kapısının önünde henüz genç bile diyemeyeceğim yaşlarda bir oğlan çocuğu okul servisi bekliyor. Sırtında çantası, ayağında spor ayakkabıları, montu, eli yüzü pırıl pırıl.
Onu görünce içim ısınıyor, hemen oğlumu düşünüyorum. Bir gün önce babasına gitmiş, onsuz gecelerim daha sakin ama yavan, çok yavan. Yine böyle bir sabah onu tek başına okula, spora, tatile, işe, ne bileyim işte herhangi bir yere uğurlayabilecek miyim diye aklımdan geçirmeden edemiyorum. Çocuğun yüzü birden oğlumun yüzü oluyor. İçimi derinden bir ‘evlat’ hissi kaplıyor.
Ve göz göze geliyoruz,
Gülümsüyorum. ‘Günaydın.’
Ses yok.
Duruyorum.
Kaldırımda duruyor, içimden geçen farklı seçenekleri düşünüyor ve apartmanın önünde bekleyen çocuğa bakıyorum. O da benim ona bakışıma bakıyor.
Duruyoruz.
Sonra bir kez daha ama bu kez azıcık daha tedirgin bir tondan, gülümsememi de arttırarak ‘günaydın’ deyip bir kez daha deniyorum.
Yüzündeki şaşkınlık inanılır gibi değil. Belli ki komşusu olan birinin ona gülümsemesini, günaydın demesini büyük bir tedirginlikle karşılıyor ve yüzünde donuk bir ifadeyle zoraki bir ‘günaydın’ diyor. Dili kelimeyi seslendiriyor ama içinde bir günaydından eser yok. Şimdiden çok yorgun, şimdiden dönüş yolunda.
Ülke yangın yeri. Bir önceki gün olanlar, bugün olabilecekler, geleceğe dair korkular, boşa geçen yılların hesabı, zihnime binlerce kavga , bir dolu öfkeli yüz üşüşüyor.
Yürümeyi sürdürüyor, düşünüyorum.
İçimden, senin hiçbir suçun yok evlat diyorum, sen beyaz bir güvercin kadar masumsun, suç senden günaydınlarını çalanda.
YORUMLAR