‘E - Hiçbiri’ Partisi...

Seçimler yaklaştıkça herkesi bir telaş almış durumda. Her gün seçime dair bir konu var ve herkes bunu konuşuyor neredeyse. Üstelik yeni de başlamadık. Bir önceki seçim biter bitmez bu konuya yoğunlaştık hep birlikte.


Aylardır bindiğim herhangi bir takside bu mevzunun açılmadığı gün olmadı.




Aslında bir öncekinde verdiğimiz oyların nereye gittiğini, ne sonuç verdiğini, ondan sonra ne gelişmeler olduğunu tartışacak, anlayacak vakti de pek bulamadık.




Gerçi o arada seçilenler saraya taşındı, pardon külliye. Dolayısıyla saray babında konu hala sıcak ve elektrik faturasına kadar her şeyden haberdarız. Ve 400 vekil verirsek 5G’ye geçeceğiz, o da belli. Gerçi hangi 5G onu bilmiyoruz. Hatta 5G ne demek? Onu da. Neyse.




Bu süreçte saray gündemi epey meşgul etti, ediyor. Kimi çok beğendi bu sarayı. Pardon külliye. Ziyaretine gitti, bahçesinde pozlar verdi. Merdivenlerde ‘ecdadı’ görüp ‘bu bornozlu adam da kim?’ diyen de çıktı. Kimi gidip taşlamak istedi, gazlandı, apar topar derdest edildi. Şimdi saray, pardon külliye hala bir abide gibi yerinde duruyor hatta yanına gecesine kondusu da yapıldı. Zaten bizde işler böyledir. Büyük bir şey dikildi mi yanına hemen küçük bir şeyler de dikilir.




Seçimler yaklaştıkça görüyoruz ki ‘gerçekten seçer miyiz?’ sorusunun cevabı herkese göre değişiyor. 2013’te katıldığım Ted konferansının temalarından biri de buydu. Kritik kavşaklar ve insanın seçimleri. Konu üzerine ben de bir konuşma yapmıştım o zaman. Sunumumu hazırlarken de epey üstüne düşünmüş, eşe dosta da akıl sormuştum.




O zaman daha iyi anlamıştım. İnsanların birçoğu bu soruya tek bir cevap vermeye çalışıyor genelde. Yani hani bizde, ‘bilmiyorum’ demek ayıptır ya. ‘Gerçekten seçer miyiz’ diye sorduğum insanların çoğu ‘evet’ ya da ‘hayır’ demişti bana da. Aslında dışarıda bir yerlerde ‘bilmiyorum’ seçeneğinin de var olduğunu unutarak. Sadece testle eğitim sisteminin düşünce hayatımıza vurduğu büyük bir darbe de bu bana göre.




Oysa konuşmamı yapacağım gün gelip salondakilere ben farklı bir seçenek sunduğumda durum hemen değişti. Yani gerçekten seçer miyiz sorusuna ‘evet, hayır ya da bilmiyorum diye cevap vermeniz gerekse hangisini seçerdiniz dediğimde’ büyük çoğunluk ‘bilmiyorum’ demişti. Hala ‘sana ne?’ seçeneğinin de bir yerde varlığını sürdürdüğünü unutarak. Velhasıl biz seçeneklerimizi kendimiz bulmak değil, bize sunulmasını istiyoruz galiba. İşin özeti bu.




Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir mini anket yaptım. Kime oy vereceğinden emin olanlar % 99.9 çıktı diyebilirim. Yani kararsızlık yok gibi bir şeydi. Yine ‘bilmiyorum’ diyen yok. Oysa anketlerde hep bir kararsızlar oranı da var ve neredeyse baraj kadar oyu var.




Devletin muhafazakar, dini söylemi güçlü, ekonomiyi doğanın bile üstünde gören, yeri geldiğinde gücünü bugüne kadarki hükümetlerin çoğunun yaptığı gibi halkının üstünde deneyen yapısını istemeyenler iktidar partisine oy vermiyor. Hatta uzun bir süredir birbirini bir partiye oy vermeye ikna etmeye çalışanların tek argümanı da bu neredeyse.




Tüm oylar ‘bunlar gitsin de, kim gelirse gelsin’ partisine. Bizde seçimler aslında uzun yıllardır da hep böyle yapılır. Eski dönemlerde de ‘bunlar gitsin’ seçimi dışında, gerçek bir seçim görmedim ben bu ülkede.




Neden böyle oluyor. Çünkü seçim sandığına gitmek hep ‘evet ya da hayır’ dedirtiyor sanıyoruz bize. O gün gelene kadar da günü kurtarıyor ve ülkemiz için farklı bir gelecek kurma sorumluluğunu kendimizde görmüyoruz. Aslında tam ne istediğimizi de bilmiyoruz. Seçeneklerden bağımsız özgürce hayaller kuramıyoruz. Kendimizi hep gerçeklerin ve istemediklerimizin kıskacında yaşayan edilgenler olarak görüyoruz.




O yüzden belki de ‘bilmiyorum partisi’ kursak epey oy alırız. ‘Sana ne’ partisi kursak kesin iktidara geliriz şıp diye. En sevdiğimiz şey birbirini iteleme.




Tüm bunlardan anladığım şudur. Uzun yıllardır oyumuzu ne istediğimize göre değil, aslında ne ‘istemediğimize’ göre veriyoruz. Benim hayalim nedir, bu parti onların ne kadarını karşılıyor. Ya hiçbirini karşılamıyorsa ne olacak diye bakamıyoruz. Varsa yoksa evet hayır. Bu yüzden de asıl ihtiyaçlarımız pek de iktidara gelemiyor. Başkasının gerçekleri iktidar, bizim hayallerimiz baraj altı oluyor.




Bu sistemin içinden üreyen partilerin tümünde aynı zaaflar var. Hepsinde -cağız, -ceğiz lafları, aynı müsamereler, slogancılık, her derdine bir bakan atama kafası, o değil ben, siz değil biz, aynı okun laciverti kokusu ve vaatler vaatler. Hepsi farklı soslarla bezenmiş gibi görünse de aslında şimdiden geçmişte kalmış, ilk defa duyacağımız tek bir fikir bile üretemeyen eskimiş, yorgun mekanizmalar...




Hayallerimin partisi kurulmuş olsa hala baraj altında olacaktı belli ki. Hatta görünen o ki henüz orada bile değildir. Anlayacağınız benimki artık neredeyse eskimiş bir hasret. Ama bari şu ahir ömrümde hiç değilse bir gün hayallerimin partisini göreydim, aha geldi diyeydim. Sarılaydım gönlümce. Oyumu vereydim. Oracıkta düşüp öleydim...




Not: Bir anlık gaflet ve cahil cüretiyle, biraz da can sıkıntısından kurduğumuz ‘çay ve kısır partisi’ 21 Nisan 2015 salı bağzı kadınlar tarafından twitter'da çalışmalarına başladı, tüzüğümüz basit, çay ve kısır isteyen gelsin, hepimize hayırlı olsun arkadaşlar...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.