Şefkat mümkün mü?

Market evimizin tam karşısında. Ama ben oğlumu ekmek almaya yollayamam. Çünkü yanında biri olmadan kapının önüne bile çıkamaz. Bırakamam. Çünkü o bir otizmli. 7 yaşını geçmesine rağmen pek çok tehlikenin ayırdına varamıyor.


Evimizin kapısı hep kilitli durur. Çünkü açıp çıkma ve hiçbirimizin bilemeyeceği bir yöne doğru tek başına ilerleyip kaybolma riski var. İki kez de böyle kayboldu zaten. Biri geçen yaz biri de bir önceki yıl. Her ikisi de 15-20 dakika kadar sürdü. Ve o dakikalarda ben sanki öldüm ve tekrar dirildim.


Bu kayboluşların ilkinde babasıyla benim gözümüzün önünden bir anda kayboluvermesi 10 saniye sürdü. Tam o anda ben bir arkadaşımıza ‘aman ha Ozan’a dikkat derken’ o da ‘ aman canım bırak biraz çocuğu sen de çok abartıyorsun’ derken oldu olanlar. Biz büyüklerin çevikliğinin yetişemeyeceği o 10 saniye içinde bulunduğumuz salona doğru girenlerin arasından ustaca geçip bir anda Kadıköy Evlendirme Dairesinin kalabalığına karışıverdi Ozan.


Bulunduğunda iki cadde öteye gidebilmiş, Hasanpaşa’daki iki caddeyi nasıl becermişse o kadar araba ve otobüs hareketliliğine kurban gitmeden tek başına geçebilmiş, yine de sağ kalabilmişti. Buna hala aklımız ermiyor.


O dakikalarda neler yaşadığımı, en çok kendimi, sonra etraftaki herkesi ve her şeyi nasıl suçladığımı, delirmemek için sürekli Allah’a nasıl yalvardığımı kelimelerle anlatmak çok zor.


Bir tek şunu biliyorum, beynimin içinde ihtimaller yığını içinde bir yol bulamazken bir yandan da soğukkanlılığımı korumaya çalışarak birkaç saniye içinde paylaştığımız alanı tarıyor, her yerde çok iyi bildiğim o minik bedeni yakalayabilmek için deli gibi koşturup duruyordum.


Dün Pamir’in haberi geldiğinde yaşanan üzüntüyü tahmin bile edemeyiz. O anne ve babanın yaşadıklarını uzaktan yargılayamaz, hiçkimseyi suçlayamayız. Bundan büyük acımasızlık, daha büyük günah olamaz. Yapabileceğimiz tek şey onlara sabır dilemek ve minik melek için dua etmek. Birazcık insan olmak. Akıllı, güçlü, çok bilen, yenen, lafı gediğine koyan biri değil. Sadece ‘insan’ olmak.


Ama haber öncesi ve sonrası konuşulanlara, yorumlara, ithamlara, sonrasında yapılan tartışmalara bakınca görüyorum ki biz üzülmeyi unutmuşuz. Öfke, nefret, düşmanlık, içinde yaşadığımız toplumu öylesine sarmış sarmalamış ki üzülmeyi bile beceremiyoruz. Duygularımızla ilişkimiz bozulmuş. Gerçek bir üzüntünün ruhumuzda yaratması gereken etkiyi bozacak kadar kendimizden uzaklaşmışız.

Tek derdimiz birini ya da bir şeyleri yenmek olmuş.


Benim üzüntüm seninkinden fazla, benim öfkem seninkinden güçlü, benim kavgam senin kavgandan önemli. Öyle mi?


Neyse ki gideceğimiz yer aynı. O zamana kadar ‘haklı’ olmanın hayattaki en önemli şey olmadığını öğrenebilmek için önümüzde çok zaman yok.

Belki öncelikle kendi kendimize ‘şefkat’ göstererek bir yerlerden başlayabiliriz. Aksi halde cehenneme rahmet okutacak bir yere dönüşecek bu ülke.

Ne dersiniz? Şefkat mümkün mü?


Nazan Öncel'den...



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.