Riyakârlığın modern adı: Siyaseten doğruculuk

Bazı kelimeler cam kırıkları gibidir; sussan ağzına batar, kanatır, konuşsan karşındakini acıtır. Öyleyse ne yapmalı?


Herkes kendi doğrusuna göre hareket etmeli ama doğru olan, etik olan, insanca olan


Mevlana’nın dediği gibi ‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!’dur.


Etrafınıza bir bakın bakalım, bunu becerebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçiyor mu?


Daha doğrusu parçası olduğumuz düzen buna izin veriyor mu? Sen istediğin kadar doğru olmaya çalış, içinde bir karanlık varsa, o karanlığın ruhunu ne zaman ele geçireceğini bilemezsin.


İşte bu anlarda kimi alnı doğrusuna gider, kimi de kıvırır. Kıvırmak sözünün Türkçe meali riyakârlıktır, ikiyüzlülüktür. Yani moda deyimle ‘siyaseten doğrucu olmaktır.’


Gün siyaseten doğrucu olma günüdür… Ama kim için?


‘10 yıl önceki benle, bugünkü ben arasında ne fark var?’ diye kendime sorduğumda yanıtım kocaman bir ‘evet’ ve kocaman bir ‘hayır’ oluyor.


10 yıl önce de birinin yüzüne karşı söyleyemediğimi kimsenin arkasından söylemezdim, bugün de aynı yolda yürüyorum. Ama değişen çok önemli bir nokta var. Söyleme tarzımı değiştirdim. Eskiden kavga eder gibi konuşurdum, şimdi şarkı söyler gibi küfrediyorum.


Karşımdaki alınıyor mu? Belki alınıyordur ama onu arkadan vurmayacağımdan o kadar emin oluyor ki, sözlerime itiraz etmiyor, tepki göstermiyor, kızmıyor. Hatta beni seviyor, takdir ediyor. Çünkü riyakârlık, günümüzde peynir ekmek gibi çoğunluğun hayatının olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Riyakârlık sıradanlaşmış durumda. Herkes en yakınının ihanetinden korkuyor.


Doğruluğuna inanmadığımız bir şeyi, sırf karşımızdaki üzülmesin, kırılmasın diye doğruymuş gibi söylemeyi kimileri matah bir şey sanıyor. Doğruları söylememek için bin dereden su getiriyor.


Mesela siyaseten doğrucular, şişman yerine ‘iri kemikli, ‘balıketli’ diyor. Amerika’da zencilere ne diyeceklerini şaşıran siyaseten doğrucular ise ‘afro-Amerikan’ gibi bir kavramla orta yol bulmuş durumdalar.



Bu yazıyı nereye bağlayacağımı merak ediyorsunuz. Kıssadan hisse deyip, siyaseten doğrucuları çok iyi anlatan, günümüze de cuk oturan şu hikâyeyi sizlerle paylaşayım o zaman;


Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler. Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar.


Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş.


İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler. Ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direkt veya endirekt olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış.


Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler. Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye sunulmuş. Mahkeme günü hâkim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:


“Bu konuda nasıl bir hüküm vereceğimi bilmiyorum. Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var; Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati!” demiş.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.