Kendine İnanma Sanatı ve Deniz’in Ormanı

Merhaba ruhumun aynası güzel kardeşim,

Bugün mutlu ve gururlu bir ruh halinden sesleneceğim sana. İnanmayacaksın belki ama bu gururla bağ kurmam o kadar uzun zamanımı aldı ki, kendimde bir sorun olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sonra yardımıma can kardeşlerim koştu. Beni bana hatırlatmak için orada olduğunu bildiğim en sevdiklerim… Yolculuğuma şahitlik eden, her adımımla yol alan, ortak misyonu hücrelerinin en derinine kadar hissedenlerim.


Ahh kardeşim, biz mükemmeliyetçiler, yetersizlik dehlizlerinde kaybolan kardeşler neden böyleyiz? Onca çalışma, kişisel gücü büyütme ve iradeyle kurulan o sağlam bağa rağmen ara ara hala neden donup kalıyoruz? Kendimizi kutlamayı, onurlandırmayı neden unutuyoruz?


Son iki haftadır beni meşgul eden konular bunlar işte!

Şimdi ise birlikte kutlama zamanı.


Neyi kutluyoruz?

Kişisel kariyerimde çok çok önemli bir eşikte duruyorum. Sıkı dur kardeşim; Benim ilk romanım nihayet çıkıyor. DENİZ’İN ORMANI doğuyor. İnanamıyorum hala.


Nasıl? Hatırlıyor musun benim bir roman yazdığımı? Yayınlatmak için ne uğraşlar verdiğimi?


Hadi gel kardeşim, birlikte biraz yakın geçmişime bakalım! Kendine inanmanın ne kadar önemli olduğunu birlikte fark edelim.


21 Aralık 2016 günü başlayan roman yazma serüvenim, 01 Kasım 2018 günü ilk versiyonun bitmesiyle beni coşkun duygulara taşımış ve hemen yayınlanacağını düşündüğüm bir esere kavuşturmuştu. Sonra hayat kendi hızında, bin bir macerası ve öğretisiyle beni içine öyle bir çekti ki ben aşağıdaki şu satırları yazdığımı bile unuttum:

“SINAMA: Ödül öyle kolay kolay alınmaz. Niyeti sınar evren. “Sen niyetinde net misin? Gerçekten bunu mu istiyorsun?” diye yoklar seni. Kolaydır vazgeçmek... Ama şayet biliyorsan ne için yaratıldığını ASLA vazgeçemezsin. Kaderin seni yine yeni yeniden çağırır.


Toplumla derdim vardı, anlatmak istediklerim... Kendimi anlamaktı ilk amacım. Sonra da anlatabilmek ve ardından anlaşılabilmek. Çok büyük bir kısır döngüdür yazanlar için. Bu yüzden uzun sürdü, sürüyor maceram. Ve ben yazdıkça çok daha iyi tanıyorum kendimi. Yirmilerinde, otuzların başlarında sabırsız diye tanımlanan ben, kırkıma gelmeden koskoca bir roman yazdım, senaryosu için profesyonellerle aylarca çalıştım. Sevgili Soysal Demir ve sevgili Funda Alp o kadar minnettarım ki size. O kadar inanıyorum ki işimize...DENİZ’İN ORMANI’nın yayın tarihini ilk buradan duyuracağım. Sınanıyoruz birlikte, farkındayım. Tepetaklak olsa da dünya, ben kendime inandığım kadar BİZ’e inanıyorum. Birlikte başarmaya...”


Yukarıdaki satırları, bu köşedeki 08 Mayıs 2020 tarihli Kahramanın sonsuz yolculuğu adlı yazımda kaleme almıştım. Pandeminin en etkili olduğu, hayatı durduğu zamanlardı. Oraya gelene kadar da bir sürü maceram olmuş, kitabımın yolculuğuna eşlik etmiştim. Hayatımda tekrarlayan bir motif olarak sürekli, hızlı bir şekilde kapıları açma ama o kapılardan geçememeyi yaşıyordum kardeşim. Bir işi başaramadığımı hissettikçe bir yenisini kuruyor, onu başlatıyordum ve hızlı sonuç aldıklarım benim için geçici birer başarı doyumu veriyordu. Ama asıl yapmak istediğim şeyi hiçbir zaman unutturmuyordu.


Öyleyse neden olmuyordu? Neden işler yolunda gitmiyordu? Bu sorunu nasıl aştım?


Öğrenmem gerekenler vardı. Durdum. Sabrettim. Umutsuzluğa kapıldığım her an, çok güçlü bir motivasyonla ayağa kalktım. İşte o motivasyonun adı: Kendine İnanç…Çok kolay inşa edilmiyor, biliyorum. Hatta o yüzden bu yazının adını “Kendine İnanma Sanatı” koydum. Çünkü kendine inanma eylemi aynı sanat gibi büyük yaratıcılık gerektiren, inişleri, çıkışları bol olan bir iş. Çok sevdiğim Tanrılar Okulu kitabında da bu konu aynı şekilde ele alınıyor. Harika birkaç hatırlatma cümlesinin hepimiz için motivasyon kaynağı olduğunu düşünüyorum canım kardeşim.


“Herkes bir şeye inanır…inanmak zor değildir…ancak iradeyi yeniden uyandırmak, niyetini belirlemek ve onu yolundan sapmadan izlemek sadece çok az kişiye nasip olur…Doğrusu, kendini inanmaya zorlamak, öylesine inanmaktan daha üstündür…”


“Her şey elimizin altında durmaktadır. Sınırlar sadece içimizdedir.”


Biliyor musun kardeşim; Stefano D’Anna düşleme sanatını en çok öğreten yazar oldu bana. Onlarca yazar, mentor, kitap ve ilişki öyle bir eğitti ki beni; ben her geçen gün kendimi daha çok mercek altına koydum. Daha çok düşledim, düşledikçe şartları yaratıp kendime çektim ve sanırım artık “gerçeklik yaratmak” demenin ne demek olduğunu daha iyi biliyorum. Kendime inanmaktan asla vazgeçmedim. Kimse bana inanmadığında bile!


Ve biliyorum ki ancak kendine inananlar kendi gerçekliklerini yaratabilirler. Çünkü ancak kendi içinde tamlığa erişmiş bir ruh, netliğe kavuşmuştur ve ne istediğini biliyordur. Bundan sonrası evrenin işidir.


Tabii ne istediğini bilmek de ayrı bir sanat kardeşim. Çoğunlukla o da çabuk öğrenilemiyor. Az sayıdaki şanslı insan küçüklükten itibaren yapmak istediği şeyin farkında olarak, yetişkinliğe geçiş yapıyor. Bizim gibi ekonomisine bağımlı hayaller kuran yığınlar ise hayal kurmayı bile bilmiyor, bunu bir lüks zannediyoruz. İnan ki değil! Hayal kurmak en temel ihtiyacımız sevgili kardeşim.


Beynimiz hayal ile gerecek dediğimiz şeyi ayırt bile edemiyor. Çünkü realite kavramı çok boyutlu, çok alternatifli ve de o kadar kişiye özgü bir şey ki…Ahh bunlar karışık ama öğrenmesi zevkli ve heyecanlı konular. Hepsini ama hepsini öğretti bana DENİZ’İN ORMANI. Şimdi umuyorum ki, benim için olduğu kadar, bu romanı yazdığım o özel kitleye de birçok şey öğretir bu deneyim. En çok da “kendine inanç” konusunu işleyen romanımın birçok kişi için bir ayağa kalkış manifestosu olmasını diliyorum.


Hedef kitlem kim ve neden?

Özellikle 16-25 yaş arası genç okuyucuların yanı sıra spiritüel konulara meraklı, yeni bakış açılarını seven her yaştan okuyucu kitlesi ve senin için yazdım bu romanı kardeşim. Evet senin için. Kendini yakından tanıma isteğinde olan ve her geçen gün yaşamının anlamıyla derin bağlar kuran senin için. Uzun zamandır ya da daha çok yeni, burada benimle birlikte koşan sen, öyle kıymetlisin ki benim için…Umudumun kaynağı, geleceğin mimarısın. BİZ seninle birlikte geleceği inşa edeceğiz ve hep anlattığım o yeryüzü cennetini bu dünyaya indireceğiz. Adım gibi bildiğim bu gerçekliği insanlığa hediye etmek için görevli binlerce ruh var bu gezegende. Eğer sen onlardan olmasan bu satırları okuyor olmaz ve derin bağımızı hissediyor olmazdın. Fani ömründe göremeyeceğin ama sonsuz varlığınla hissettiğin bu gerçeklik için bu kadar istekli de olmazdın. Birlik kavramını hücrelerinde hissedemez, Yaradan’ın içinden yansımasına izin vermeye gönüllü olmazdın. Ama işte burada o alandasın, benimle ve Yaradan ile BİR’sin.


Tüm bu nedenlerden dolayı DENİZ’İN ORMANI’nın doğru kalplerle buluşması ve kendi etki alanını yaratması gibi bir niyetim var ve bu niyeti senin şahitliğinde bu köşeden, kendime olan sonsuz inancımla paylaşıyorum.


Canım kardeşim, lütfen beni sosyal medya hesaplarımdan takip et ve desteğini hissettir. DENİZ’İN ORMANI’nın doğumu çok yakın, heyecanıma katıl, birlikte kutlayalım bu doğumu.


Tüm kalbimle

Kardeşin Nihan,



Köşe yazılarımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz!


mumkundergi.com/profile/nihan-uycan-ozen

kopruproject.org



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.