Acısız tekamül
Güzel kardeşim, ruhumun aynası,
Zorlanıyorsun bu sıralar hissediyorum. Bir yerde takılı kaldın ve ilerleyemiyorsun. Nedenini bir türlü bulamıyorsun. Boşa koyuyorsun olmuyor, doluya koyuyorsun olmuyor. Bildiğini sandığın hiçbir şey sana hizmet etmiyor. İşte bak bu noktada haklısın. Bilmiyorsun, bilmiyorum ve bilmiyoruz. Belirsizlikten hoşlanmayan zihnimizin zindanında, acıdan tuzaklar kuruyoruz kendimize.
Var mısın benimle araştırmaya?
Ne zaman karanlıklara düşsem, dualitenin kanunları gereği; ışığın da pek yakında olduğunun bilinciyle sorular soruyorum kendime ve evrene. Cevaplar bir bir geliyor. Bazen çetin sınavlarla tabi ki! Çünkü evren de bilincimizde sıçrama yapalım istiyor. Her seferinde bana “bu evrende her şey mümkün, sınırlı olan senin algın” diyor. “Değişmeyen şey dönüşümün kendisidir” diye de harika bir klişe var, biliyorsun. Buradan hareketle diyorum ki değişmeye devam etmeli ve durmadan dönüşmeliyiz. Yerimizde sayarsak, tekâmül nasıl mümkün olsun? Kelime anlamıyla bile bize yolu gösteren bu kavram spiral şeklinde ilerliyor diye yazmıştım daha önce. Bir ileri, bir geri… Bazen iki üç adım ileri sonra yine geri ve böyle gidiyor işte… Sonuca ulaşmak için ancak durmadan yola devam edersek bir şansımız var. Bu çok açık değil mi? Dünya oyununun keyfi de burada zaten.
Peki, biz neleri farklı yapsak oyunda biraz daha ilerleriz?
Harika bir soru ve harika isyanlar kopuyor içimde. Çoğunluk gibi düşünemiyorum ben yine ve buna müteşekkirim. Asla saygısızlık değil yaptığım. Öyle bir niyetim olsa BİZ’i bu kadar önemsemezdim. Olsa olsa arada bir kurtarıcı olma kibri kaçıyordur içime ama o da benim kendi gölge yanım, affet kardeşim! Temizlemeyi, dönüştürmeyi nasip etsin Yaradan. Bizim odaklanmamız gereken, makro sistem ne söylüyor? Kalıplaşmış inançları terk etmek, bize hizmet etmeyen ıstırap dolu yollardan kurtulmak nasıl mümkün? Uzunca bir süredir “acı şart değil” diyor benim içim. Bildiğim tüm öğretilerin tersine.
Burası biraz hassas bir konu. Evet, acı diye çok kutsal bir şey var bu hayatta. Harika da bir öğrenme yöntemi. Birçok öğreti de çile çekerek tekâmül edebilmeyi uzun uzun anlatıyor. Bana göre risk de burada başlıyor. Bilgiden körleşme… Deneyimi ve AN’da mümkün olanı yok sayma…
Dünyanın belli bir bilinç düzeyine gelene kadar ihtiyacı olan ve tabu kabul edilen bilgiler var kardeşim. Bunları sorgulamıyoruz bile! Sadece kabul ediyoruz. Böylelikle de sonsuz olasılıkları kısıtlamaya başlıyoruz. Hâlbuki evren her AN yeniden dağılıp, yeniden kuruluyor. Ve şu günlerde beşinci boyut algı düzeyinden bahsederken ben, bu tarz kalıpları hiç kabul edesim gelmiyor.
Bu ne demek?
Bana yeni yeni inen bu gerçeği şöyle özetleyebilirim; Üç boyut dünyasının dualite anlayışı bizde kutuplu bir anlayış düzeyi yaratıyor. Halbuki NÖTR algı düzeyi, tüm etiketlerin ötesinde her şeyin BİR olduğu, iyi ve kötünün kalmadığı bir alan… Beşinci boyut algısı bizden bunu bekliyor. Yani kelimelerin, kavramların ötesinde bir tamamlanma hali. Ayrılıklara düşürmeyen, hiçbir duygunun içinde de onun kölesi olmayacak kadar kısa sürelerde kalabilmeyi mümkün kılan bir kavrayış… Bunu anlamak için belki de acının ne zaman başladığına odaklanmak gerekir. Sahi acı ne zaman başlar? Bana göre, bir şeyin yokluğunu fark ettiğinde, bir şeyi kaybettiğinde ve ayrılıklara düştüğünde… O zaman BİRLİK bilincinde olan bir zihin acıdan bu seviyede etkilenir mi kardeşim? Kabulü, teslimiyeti deneyimlemiş eğitimli ruhlar acı çeker mi artık? Ve peki bu seviyede bir algı düzeyi için her birey aynı acılı yolu yürümek zorunda mı? Devrim yapmak istediğim nokta tam da burası işte;
Bana göre değil! Eğer çocuklarımızı acımızdan beslenmiş şartlanmışlıklarla yetiştirirsek tabi ki bilinçlerimizde sıçrama yapamaz, bolca ayrılıklara düşeriz. Eğer onlara duyguların geçici şeyler olduğunu anlatabilirsek, onların sorumluluğunu alma ve düzenleyebilme yeteneklerini öğretirsek çok şey değişmez mi? Acı kültürü, bilinç düzeyi yüksek bir kültüre evirilmez mi? Ya toplumsal dil? Bunu değiştirsek biraz… “Ah ah vah vah”lardan ise çözüm ve eylemlere odaklansak… Acılarımızı yeni jenerasyonlara çaresizliklerle aktarmasak artık!
Tabi biliyorum içinden “davulun sesi uzaktan hoş gelir. Sen benim çektiğim acıyı çek de bak bakalım çabuk geçiyor muymuş?“ diyebilirsin. Ben de izin verirsen o zaman şunu sorarım: “bu acıyı yaratabilmek için kim bilir ne kadar çabaladın? Ne kadar ısrar ettin öğrenilmemiş dersler üzerinde? Neleri bırakamadın hala?” Tutunduklarımızı fark edelim güzel kardeşim. Hatırlarsan bir önceki yazı da bırakmak üzerineydi. (BIRAKMAK)
Şimdi bu bakış açıcıyla neleri farklı yapmak mümkün?
Sadece sana acı veren şeyleri paylaşmaktan vazgeç kardeşim. Tabi ki kardeşlerinden yardım isteyeceksin ama demeye çalıştığım şey acını yücelttiğin kadar iyi haberleri, mutlulukları paylaş. Etrafında iyi bir şey yapan kardeşlerin varsa onları destekle. Seçim her zaman bizim en büyük gücümüz. Yaradan bu oyuna bizi özgür seçim hakkıyla yolladı. Her seçimin ayrı bir zaman çizgisi yarattığını bilecek kadar kuantum konuştuk bu alanda. Lütfen artık sözlerine, duygularına, eylemlerine ve seçimlerine sahip çık! Sen bir bebek olarak geldiğin bu dünyadan bir yetişkin olarak ayrılacaksın. Ve yetişkinler kendi istedikleri hayatı yaratabilmenin sorumluluğunu almalıdırlar. Acıdan kör kuyularda boğulmak yerine ışığı görebildiğin, birlikte cenneti düşleyebildiğin CAN’larla bilincini yükseltmeye odaklan kardeşim. İnsanız hepimiz. Bu acı dolu frekans düzeyine elbet yine düşeceğiz. İşte o zaman bu bilgileri hatırlamak pek kıymetli olacak. Ben düştüğümde sen, sen düştüğünde ben kaldıracağım seni. Bunu hep hatırla!
Ve bil ki bilinç toplu olarak yükseldiğinde ACI diye bir kavram da kalmayacak! Buraya varana kadar zarafetle de acı çekilebileceğini ve süresinin kısaltılabileceğini hatırla! Bu hafta çok güzel bir CAN’dan tam da bu noktaya örnek olabilecek bir hikâye dinledim ve yazımın nasıl bir eş zamanlılıkla geldiğini fark ettim. İznin olursa bu örnekle ilham vererek, huzurundan ayrılacağım kardeşim.
“Batı ülkelerinin birinde torunlarını çok küçük yaşta kaybetmiş bir büyük anne ve büyük baba, torunları için mezarlığa kütüphane yaptırmışlar. İçini de torunlarının en sevdiği kitaplarla doldurmuşlar. Herkesin okuyabileceği bir alana da mesaj olarak “…..kitapları çok severdi. Onu kitaplar aracılığıyla yaşatabilmek için, onun anısına bu kütüphaneyi hizmetinize sunuyoruz” gibi bir şeyler yazmışlar.”
İlahi akış, bu kadar çok acının yaşandığı üçüncü boyut dünyamızı bilgelikler göstererek desteklerken ben de kendi üstüme düşeni yapmadan edemedim. Belki sen de bu örnekten benim kadar etkilenirsin.
Senden bir söz istiyorum:
Biz artık güzel şeyleri konuşalım. Acıyı onurlandıran ama süresini kısaltan şeyleri paylaşalım mesela. Çünkü bunun fazlası da başka tür bir bağımlılık hali yaratıyor ve sanki acısız gelişim hiç olmazmış gibi inançlar yaratıyoruz. Hâlbuki hayat kolaylıkla ve neşeyle de akabilir. Bir süredir deneyimliyorum ve kalbime hafiflik veren bu deneyimleri paylaşmak istiyorum.
Bunlar da bir sonraki yazıda…
Seni çok seven kardeşin Nihan
YORUMLAR