Kaktüsü sevmek ve sağlıklı sınırlar
Pek herkesin tercih etmediği kaktüs diye bir çiçek var. Biliyorsun değil mi sevgili kardeşim? Şimdilerde çoğunlukla radyasyonu temizliyor diye televizyonların, bilgisayarların yanına konuluyor evlerde. Fazla su da istemiyor aslında. Bu haliyle bakımı da kolay gibi... Ama kaç kişi gerçekten kaktüsü sevip de alıp evine koyuyor bilmiyorum?
Neden mi merak ettim?
Bu bol dikenli çiçek bir ay içinde iki kez bana kendi sınırlarımı hatırlattı ve büyük farkındalık anları yaşattı. Ben de haliyle seninle paylaşmak istedim. Kaktüslerin çoğunun bol dikeni oluyor, öyle çıplak elle tutup da sevebileceğin, yapraklarını okşayıp öpebileceğin bir ev bitkisi değil yani. Bu arada evet bazen çiçeklerin yapraklarını öpüyorum, onlarla konuşuyorum çünkü biliyorum ki onlar da yaradılışın bir başka tezahürü ve en az benim kadar canlılar.
Neyse biz kaktüse geri dönelim. Bahsettiğim ilk acılı deneyimimi benim yokluğumda bol su verildiği için çürümeye yüz tutmuş kaktüslerimden biriyle yaşadım. Boynunu bükmüş üç parçayı can hıraş bir vaziyette çıplak ellerimle tutup tekrar toprağa ekmeye çalışırken dikenler aklıma bile gelmemişti. Haliyle bu kıl gibi küçücük dikenlerle doldu parmaklarım, avuç içim ve el bileklerim. O gece kabus gibiydi. Sevgili eşim tüm yorgunluğuna, yoldan gelmiş olmanın bitkinliğine ve uykusuzluğuna rağmen büyüteç ve cımbızla saatlerce ellerimi temizledi. Ağrı, sızı cabası... Günlerce ellerim sızladı.
O gece ne mi oldu?
Aydınlandım. Hayattaki birtakım davranışlarımla ilgili derin bir idrak anı yaşadım. Sorgusuz, sualsiz, kendi ihtiyaçlarımı yok sayarak yardıma koşmanın yüksek bir erdem olmadığını, kendi sınırlarımı bilmem gerektiğini ve herkese karşı gösterdiğim o derin şefkat halini kendimden ve dolaylı olarak eşimden nasıl esirgediğimi fark ettim. Evet kardeşim, yaptığım buydu. Düşüncesizce, sınırlarımı yok sayarak kendi canımı yakmış, eşimden hayalini kurduğu dinlenme saatlerini çalmış ve belki de kaktüsü bile kurtaramamıştım. (Bunun cevabı bir sonraki yazıda olacak hayırlısıyla)
Ben bunu hep yapıyordum. Susadığım halde, su içmeyip iş yapmaya devam ederken, keyif yapmam gereken zamanlarda hala bazı işleri kovalarken, herkes mutlu olsun diye kendimi unuturken ve son derece eşitlikçi bir ütopyanın peşinde, eski sistemler henüz tam olarak yıkılmamışken, koşmaya çalışırken... Fark ettim. Uzunca bir süredir disiplinli bir şekilde meditasyon yapıp kendimi gözlemlediğim için olduğunu düşünüyorum. Yoksa değerler sistemime yerleşmiş, etik algımı oluşturan bu büyük yanılsamayı fark edemeyebilirdim. Çünkü birçok konuda kendini düzgünce ifade eden ve görünüşte istemediği bir şeyi zorla yaptırtamayacağın insanlardan biriyim. Amma işte sorun da tam burada; konu kollektivite, yardım, kabul, herkesin en iyi versiyonu gibi şeyler olunca bende ayarlar kaçabiliyormuş bunu gördüm. Kendinden önce başkasını düşünmem gerektiği öğretileriyle büyütülmüştüm. Zorda olan herkese iki elim kanda da olsa koşmam gerektiği bilinciyle yetiştirilmiş bir bireydim.
Aslında yolda öğrenmiştim ilk olarak kendimi sevmem gerektiğini, kendime şefkat gösterirsem tüm dünyaya şefkatle yaklaşabileceğimi...Ne olmuştu da kendimi unutmuştum yine? Peru’nun dağlarında “remember Nihan!” (Nihan’ı hatırla!) diye haykırırken rehberim yine bir kaktüstü, unutmuşum! Yüce San Pedro aşkına[1]...
Demem o ki sevgili kardeşim, insan unutuyor. Aynı hatalara tekrar düşebiliyor. Kendi ÖZ’ünden vermeye başladığını anladığı anlar oluyor. Ve bu sağlıklı sınırlar koyamadığımızda daha çok oluyor.
Sağlıklı sınır koymak nedir?
- Her gelen talebe, teklife EVET dememektir.
- Kendi sabır sınırlarını/ kapasitesini /zorlanmadan yapabileceklerini tanımak demektir.
- Ne yapınca mutlu olmadığını, kendini nerelerde feda ettiğini bilmek demektir.
- Başkalarının kendisini suistimal ettiğini anladığı, eşit sorumluluk alınmamış ilişkilerde duygusunu medeni bir şekilde ifade etmek demektir.
- Kendi ihtiyaçlarının farkına varıp bunları karşı tarafa şefkatle anlatabilmek demektir.
- Bu ihtiyaçları ve başkalarının ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde gidermek için gerekli demokratik ortamı kurmak demektir.
- Karşı tarafın sınırlarını da fark edip her iki tarafa da zarar vermeyecek gerekli mesafede kalabilmek demektir.
- Yardım istemeyen kimseye büyük bir eşitsizlik yaratacak şekilde yardım etmemek demektir.
Benim bugüne kadar öğrendiklerim ama zaman zaman uygulayamadıklarım bunlar sevgili kardeşim. Sen hangi maddelerde zorlanıyorsun? Farkında mısın, bu hafta kişisel bir yazı yazıyorum. Önceliğim toplumsal ve herkesi ilgilendiren olguları yazmakken bu hafta kendimi önceliklendirdim. Biliyorum sen buradaki kollektif katkıyı da görüyorsun ama bazen BEN’i de gör istiyorum çünkü BİZ’e giden yolda BEN’i de unutmamak lazım, sistem hatırlatıyor. BİN ŞÜKÜR!
Gelelim bu kadar farkındalıktan sonra dün yine nasıl kaktüs iğnelerine maruz kaldığıma...
Akıllanmamış olmalıyım ki, bu sefer de bir başka kaktüsümün etrafını saran yaban otlarını temizlemeye karar verdim. Vee tabi ki yine, yeni yeniden çıplak ellerimle...İlk iğnede fark ettim bu sefer hatamı...Hemen bir bahçe makasıyla yoluma devam ettim. Alabildiğim kadarını aldım elbet. O kadarına izin vardı, hepsini temizletmek istemedi henüz...
Yok mu hayatta da böyle sevdiklerimiz... Dikenlilerimiz... Çok sever, yardım etmek istersin ama o istemez... Henüz hazır değildir değişime, memnundur halinden. E o halde BİZ’e ne? Tanrı mıyız? Nerede o kişinin sınırlarına tecavüz ediyoruz farkında mıyız? Bunu yaparken ondan gelecek acıya hazır mıyız?
BİZ bir sonraki sefere kadar bunları düşünelim ve kendi sınırlarımızın nerede başlayıp bittiğine odaklanalım derim. Sonra koşulsuz sevgi ile ne kadarının aşılabildiğini yazayım ben, savaşçı ruhlar için. Her şeye rağmen, tetiklenmeden kendi merkezinde kalıp yaradandan aldığı sonsuz sevgiyi verebilenler için...Onlar yarı ermişler...Zaman zaman BİZ de oluyoruz merak etme! Yolumuz yol, hayatın sonuna kadar öğrenmek, uygulamak üzerine...
AŞK’la
Kardeşin Nihan
[1] San Pedro: Güney Amerika yerlilerinin şamanik seremonilerde kullandıkları bir kaktüs cinsi.
YORUMLAR