İnadına andayım
Anı yaşama sanatını tüm dünyaya öğreten bilge yazar Eckhart Tolle ile meşgul kafam günlerdir. Onun kitaplarını hem aklımla hem yüreğimle bir çırpıda okuyup özümsemiştim ama iş, bilgileri uygulamaya gelince epey zorlamıştı beni. Şu sıralar konunun iyice üstüne gider oldum. Kaçarı yok!
Öğretilerini hala da tam anlamıyla hayata geçirmiş değilim ne yazık ki. Çok zor bir şey her dakikaya hakkını vererek, o anın gerektirdiği ve getirdiği şekilde yaşamak. Çoğu zaman zihin fazla mesai yapıyor ve baskın çıkıyor çünkü. Kafa durmuyor ki yürek yönetsin!
Aslında işim gücüm enerjiyle olduğu için bu konuda epey yol kat ettim tabii. Meditasyon ya da seans yaptığım zamanlarda, ruhuma iyi gelen bir müzikı dinlerken, sevdiklerimle beraberken, huzur veren bir manzaraya dalıp gittiğimde ya da parkta bir ağacın gövdesine sırtımı dayayıp oturduğum anlarda tamamen “o anın içinde” oluyorum ve bunu hem çok kolaylıkla he büyük bir keyifle yapabiliyorum. Ama kanımca bu kadarı yeterli değil artık. Esas amacım anı yaşamayı her dakika başarabilmek ve bunu bir hayat felsefesi olarak benimsemek. Her güne hevesli , meraklı,neşeli ve ilgili bir çocuk gibi başlayarak gün boyunca her anın kendini şekillendirmesine izin vererek yaşamak.
Akışa çok müdahale etme gereği duymadan, en zor günümde bile telaş etmeden, panik olmadan, gereksiz üzülmeden, anın gücüne güvenip huzurla teslim olarak daha rahat olabilmek. Her an en doğru kararı vereceğime, en doğru şekilde davranacağıma son derece inanarak, hep bir şeyleri önceden planlama ihtiyacı duymadan anda “olabilmek”...
İçinde bulunduğum anda ne oluyorsa hayrıma oluyordur inancıyla, herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabul ederek. Olmayana, gecikmelere, aksaklıklara, hiç (ama HİÇ) üzülmeden, olur olmaz şeyleri kafama takmadan, geniş ve rahat bir yürekle hayata izin verebilmek… “Her şey olması gerektiği gibi” diye düşünerek, her ne yaparsam “üstüme iyilik sağlık” diyebilmek...
Geçmişte olan biteni irdeleyip sorgulamadan, gelecekte olacakları öngörmeye çalışmadan sadece anda kalabilmek... Sanki yakın gelecekte çok iyi bir şeyler olacağını kesin bir şekilde biliyormuşum gibi, tarifsiz bir keyif ve özgüven içinde ortalıkta dolaşabilmek…
Sohbetler esnasında, karşımdaki konuşurken onu her zaman (ama HER zaman) can kulağıyla, pür dikkat dinlemek. Ne kadar yorgun ya da dalgın olursam olayım arada dikkatim dağılmadan, içimden usulca lafımı hazırlamadan, her zaman önyargısız ve objektif bir bakış açısıyla sözlerini değerlendirerek, konunun öncesini, sonrasını işin içine katıp çıkarımlarda bulunmadan sohbetin ve o anın içince olabilmek. O kişinin bakışını, vücut dilini, ses tonunu, kısaca hiçbir detayı kaçırmadan bunu yapabilmek. O an söyledikleri dünyanın en önemli şeyiymiş gibi...
Her zaman, yediğim yemeğe tam hakkını verebilmek. Kokusu, tadı, dokusu neyse tam anlamıyla deneyimleyerek. Bana sunduğu ne varsa zevkle alarak,tadarak. Lokmaları acele değil yavaşça çiğneyerek, gözlerime de ziyafet çekerek. O AN yediğim yemek sanki son yemeğimmiş gibi, ya da hatta bir uzaylıymışım da ilk kez bir dünya yemeği yeme şansım olmuş ve hayretler içersinde yemek yeme zevkini deneyimliyormuşum gibi. O derece “lokmada” ve anda kalarak yani...
Markette sırada beklerken tam sıra bana geldiğinde yazarkasa bozulduğunda, telaşlı bir günümde gideceğim yere gecikirken bütün dolmuş ve taksiler dolu geçtiğinde, heyecan ve hevesle yaptığım planlarım son anda iptal olduğunda, en sevdiğim yemeği yaparken kazara tencere dip tuttuğunda, ne bileyim işte her bir işim ters gittiğinde bile hiç istifimi bozmadan, mutlu mutlu hoooop bulunduğum ana geri dönebilmek...Ama bunu öyle arada sırada değil, her zaman başarabilmek.
Amacım bu işte. Farkındalık ve niyet her şeyin başıdır. Bunu her gün biraz daha çok başarırsam elbet “her zaman”ı yakalayacağım bir gün. Ve işte o zaman dünyayı her an yeni gözlerle görebilecek, özgür ve hafif bir yürekle her zaman bir çocuk gibi saf ve neşeli yaşayabileceğim. Etrafa her zaman ışık saçarak, daha bol kahkaha atarak, değişimi kucaklayarak, daha cesur ve korkusuz yaşayarak, hayata ve insanlara çok daha açık fikirli ve yumuşak bir tavırla yaklaşarak.
Her an, her zaman. Her şeye rağmen. “İNADINA andayım” diyerek. Düşünmesi bile güzel, değil mi?
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR