Işıkla randevu
Gülünemeyecek kadar ciddi olan şeylerden uzak duruyorum.
Bhagsu'dayım. Hindistan'ın kuzeyinde minik bi kasaba. Uzun saatler süren bi otobüs yolculuğuyla, bissürü ormanı, tepeyi, vadiyi aşarak ulaşıyorum buraya. Dik dik yokuşların çevresinde minik minik dükkanlar, kocaman ağaçlar, komik komik kuşlar, mütevazı guesthouse’lar, gülümseyen insanlar...
Kalbimin parçalarından Mira, guesthouse'daki odamı ayarlıyor ben gelmeden. Kendisi yıllardır Arambol'de yaşıyor. Başka hiçbir yerde tamam olamamış, her haliyle kabul edildiğini hissedememiş olanların yuva bildiği bi yer Arambol. Mira ve çokuluslu kabilesi her yılın önemli kısmını Arambol'de geçirdikten sonra, havalar dayanılmaz hale gelince Bhagsu ve civarına göçüyorlar. Arambol'de başka renkler var belli ki: Daha ışıltılı, daha keskin, daha tutkulu. Okyanus üzerine batan güneşin, banyan ağaçlarının, sıkı partilerin, sonsuz ifade biçiminin toplamı gibi orası. Bhagsu'da ise tüm ışıltılar, keskinlikler, tutkular dengeleniyor sanki. Renkler parıldamaya devam etse de göz almıyorlar artık. Ortama sevgi dolu bi duruluk, neşeli bi sadelik hakim.
Mira beni etrafındaki güzel insanlarla tanıştırıyor, sonra ben kendi bildiğim şekilde takılıyorum. Bi grup insanın arasına hoop diye dalabilecek bi tip diilim ben. Havadan sudan muhabbetlerden, yabancıların "small talk" dediği şeyden sıkılırım; çok yapılırsa uzaklaşırım. Gözlemlerim uzun uzun, özellikle bi soru sorulmazsa bi köşede gülümseyerek otururum. Bire bir muhabbet denk gelirse işler değişir, kısa sürede bağ kurarım karşımdakiyle. Bhagsu'da da öyle oluyor. Ben odamın önünde oturuyorum. Yemeğimi yiyor, müziğimi dinliyor, karşıdaki vadiyi izliyorum. Çevredeki güzel çocuklar bazen müziğe, bazen gülümsememe geliyorlar. Gelenlerle uzun uzun, derin derin konuşup, birkaç saatte sıkı bağlar kuruyoruz. Bi zaman sonra bi bakıyorum, ben de bu gökkuşağı kabilesinin bi parçası olmuşum.
Odalardan biri boşalınca, gelecek yeni insanı bekliyoruz merakla. Keşiş kıyafetli, kel bi kız geliyor oda sormaya. Tam geri dönecekken dinlediğim müziğe takılıp yanıma oturuyor. Anita. Letonyalı. 2015'te Nepal'de vipassana'ya katılmadan önce kazımış saçlarını. Sonra çıktıkça kazımaya devam etmiş. Depremde oradaymış. Elinden geldiğince yardım etmiş felaket mağduru halka. Dönüş zamanı geldiğinde içi kan ağlayarak dönmüş ülkesine. Ben de aynı zamanlarda Nepal'deydim. Dağından ağacına, maymunundan insanına her şeyini çok sevmiştim. Döndükten kısa bi zaman sonra olmuştu deprem. İçim yanmıştı haberleri izlerken, gidememiştim de tekrar. Olduğum yerden para toplayıp gönderebilmiştim anca. Anlıyorum Anita'nın hüznünü. Anlatıyorum guesthouse'daki ortamımızı, aile gibi takıldığımızı. Kafası çok karışıyor ama sonunda daha yükseklerde, daha sakin bi yere yerleşmeye karar veriyor.
Sonraki gün güzel yüzlü, ürkek bi kız yerleşiyor odaya. Adı Elisa. Babası İspanyol, annesi ABD'li. Babası o doğmadan ölmüş. Profesyonel dansçıymış, trafik kazası geçirmiş, boynunda, sırtında dinmeyen ağrıları varmış. Hep hüzünlüymüş belli ki ya, gönlünce dans edememek bi ayrı koymuş. Önce ben, sonra diğerleriyle kaynaşıp o da bi parçamız oluyor kısa sürede.
Elisa bi gün bana tanıştığı Tibetli kızdan bahsediyor. Bhagsu'dan 20 dakika yürüyüş mesafesinde, Mcleodganj isimli kasabada kalabalık bi Tibet göçmen grubu yaşıyor. Tibet'in başına gelenlerden sonra Dalay Lama ve birçok Tibetli oraya yerleşmişler. Hayatta kalmışlar ama çok kısıtlı imkanlarla hayatlarını sürdürüyorlar. Elisa bi vesileyle Tibetli Chemi'yle tanışıyor ve o gün buluşacağını, istersem benim de gelebileceğimi söylüyor. Ben de merak ediyorum Dalay Lama'nın takıldığı yeri, peşine takılıyorum.
Yol boyunca sade giyimli, güler yüzlü Tibetliler görüyoruz. Ufak tefek şeyler satanlar, dilenenler, keşişler, çocuklar... Minyon tipli genç bi kız olan Chemi'yle buluşuyoruz. Çok sade, çekingen, gözlerinin içi gülen bi tatlış kendisi. Bizi arkadaşlarıyla tanıştırıyor, beraber bişeler içiyoruz, ardından Dalay Lama'nın yaşadığı, ayda yılda bir de halka açık konuşmalar yaptığı mekanı geziyoruz. Her tarafta her yaştan keşişler var. Ağır bişe taşıyorlar, el atıyorum, dev sevap kazandım diye düşünüp sırıtıyorum içimden. Chemi'yle sarılıp vedalaşıyoruz. Tam gidecekken arkadaşı Chemi'ye bişe söylüyor, o da bize sesleniyor: 2 gün sonra Dalay Lama'nın konuşması olacakmış, katılmak isteyenlerin Tibetliler'in bilmem ne bürosuna kayıt olması gerekiyormuş.
Sonraki gün heyecanla büronun olduğu yere yürüyoruz. Bakıyoruz, yol boyunca kuyruk, çeşit çeşit milletten insan sıraya girmiş. Saatlerce bekledikten sonra ancak büronun önüne varabiliyoruz. Orada merdivenler başlıyor. Üst üste yığılmış insanlar, daracık merdivenlerde abuk subuk biçimlerde bekliyorlar. Birçok aşamada boş verip dönmek istiyorum ama bi şekilde sırada kalıyorum. Merdivenler bitiyor, dar koridor başlıyor; dar koridor bitiyor, basık tavanlı alan başlıyor. İnsanlar bayılmamak için espriye vuruyor durumu (klostrofobik bi insan 1000 kere kriz geçirir herhalde öyle bi ortamda). En sonunda, ağzına kadar dosyalarla dolu, daracık adliye kalemlerine benzeyen, az ışıklı odaya girebiliyoruz. Kimliğimizi alıp, dandik bilgisayar kamerasıyla fotoğrafımızı çekip, giriş kartımızı hazırlıyorlar. 4 saatin sonunda, kuyruktakilerin sırıtış ve alkışları eşliğinde giriş kartlarımızı sallayarak, daracık koridor ve merdivenlerde millete sürtüne sürtüne, ter içinde dışarı atıyoruz kendimizi. Çarşıdaki bi dükkandan basit radyolar alıyoruz. Konuşma sırasında bu radyolar aracılığıyla çeviri desteği alacağız. Yorgun argın dönüyoruz guesthouse'a. Çocuklara anlatıyorum çektiğimiz çileyi, gülüyoruz. Zaten heyecanlıyım, onlar da ayrı gazlıyorlar, gece neredeyse hiç uyuyamıyorum.
Alarm sabahın köründe çalıyor. Elisa da beliriyor az sonra, düşüyoruz yola. Bissürü insanla birlikte giriyoruz 2 katlı tapınağa. Her yer ağzına kadar dolmuş durumda. Ne kadar Tibetli varsa gelmiş, belli ki. Bayaa da bi yabancı var, heyecanlı heyecanlı bekliyorlar. Dalay Lama'nın oturacağı yeri merkez kabul edersek, merkezin dışındaki yakın çember tamamen keşişlerden oluşuyor, cüppeleriyle sakince oturuyorlar. Onun dışındaki çemberde bloklar halinde bizler oturuyoruz. Herkese bi kıçlık yer var anca; sağımız solumuzdaki herkes Tibetli, radyolu, kulaklıklı bi biz varız. Hemen merdivenlerin yanındayız, aradan alt katı izliyoruz, orada da durum aynı.
İnsanlar ayağa kalkıyor. Dalay Lama yavaş yavaş yürüyerek keşişlerin arasından geçiyor ve sandalyesine oturuyor. Telefonun ekran ışığını gece karanlığında bi tık kısmışım da, sabah yeniden açmışım gibi oluyor sanki. Ortamın ışığı artıyor.
Anlatıyor basit basit. Daha önce duymadığım bişe yok aralarında. Şefkat, benlik, farkındalık vs. Feysbuk'ta insanların birbirlerine ve kendilerine sık sık hatırlattığı öz şeyler. Tatlı tatlı, ağır ağır anlatıyor. Sonra bişe söyleyip çocuk gibi kikirdiyor. O kikirdeyince herkes kikirdiyor. İçim sanki az önce hissettiğim ışığın aynısıyla doluyor. O an neden orada oturduğumu, o kuyrukta niçin beklemiş olduğumu anlıyorum. 80 yaşlarında, kocaman bi çocuğun yamacındayım. Aydınlanmış ruhlar=Kikirdeyen ruhlar. Biliyordum! Dandik radyom bozuluyor bi süre sonra. Elisa tek kulaklığını veriyor, bi süre kasarak dinliyorum öyle, sonra teşekkür edip geri veriyorum kulaklığı. Söylediklerinde diilim ben Dalay Başgan'ın, oluşunu izlemeye hasretim. 2 saat boyunca o kikirdiyor, ben kikirdiyorum.
2 saatin sonunda konuşma bitiyor, bu yaşlı bedene sahip aydınlanmış çocuk yavaş yavaş merdivenlere yöneliyor. Tibetliler bizim bulunduğumuz alana yığılıyor, kendilerini yerlere atıyorlar, neredeyse eziliyoruz. 1 metre ötemizden yumuşak adımlarla inerek uzaklaşıyor "His Holiness".
Benim gördüğüm bu Tenzin isimli çocuğun 14. Dalay Lama olduğuna inanılıyor. Işığını diğerleriyle paylaşmak için 13 defa yeniden doğmuş bugüne kadar. Bi sonraki seferi, yeniden doğup doğmayacağını kimse bilemiyor.
İnşallah doğarsın çocuk, ne diyeyim.
YORUMLAR