Kalp kendini hatırlatır
İnsan hiç mi değişmez? Yıllar önce tutulmuş bir günlüğün sayfaları arasında dolaşıyorum. İlk ayrılığın acısı bütün satırlara yayılmış. Hep ışıktan kaçan bir pervane olmanın tedirgin günleri. Işık, bir kere ölümse, ışıktan kaçmak sürekli ölüm. O gün sezgiyle farkına vardığım ya da hissettiğim şeyleri bugün kadermiş gibi yaşıyorum. Ama nasıl?
O günlerin iç acıtan duyarlılığını kaybedeli çok uzun zaman oldu. Her şey zaman denen toz bulutunun ardında kaldı. Şimdi arada geçmişe doğru bir rüzgâr eserse, hastalık sarısı bir sisin ardından silik gölgeler görünüyor sadece. Adına vefasız sevgili mi dersiniz, eski dost mu dersiniz, terk edilmiş şehirler, unutulmuş şarkılar, söylenmemiş şiirler, dibe vurmuş şaraplar mı…
Büyüdüm sevdiğim kadınlarla. Aşk denilen çokgenin en sivri köşelerini döndüm. Ölümlerden dönerken nice çığlıklar attım. İçimden kopan çığlıkların birilerine çarpıp dönüşüyle yollar edindim. O yollarda kayboldum. Anlarım anı, ölümlerim özgürlük, acılarım deneyim oldu. Peki ya ben ne oldum ruh ya da beden denen şey usul usul büyürken?
Geceye tünedim. Gece ki, bir kanadı ölüme, bir kanadı yaşama açılan kör bir baykuştur. Kanatlarında sönmüş yıldızlar ile yeni doğanlar yan yana durur.
İnsan hiç mi değişmez? Değişir elbet. Yeter ki, bir orak gibi keskin olsun gecede ay. Yeter ki, mavi bir kan damlasın geceye batmış hilalin sivri ucundan. Ve yeter ki, zamana yenik düşse de, kendini hatırlatsın iğne deliklerinden geceye gün ışığı sızdıran kalp.
YORUMLAR