Körler ve fil
İnsanın çok fazla defosu var. Her birimizde nevi şahsına münhasır olanlar da yok değil ama birçoğu kolektif ve hemen hepimizde mevcut. Ortaklaştığımız defoların en sorun yaratanlarından biri -bence- insanın her daim o anki düşüncelerine inanması ve bunların en doğru olduğuna dair eminliği.
Bu durumun yarattığı sıkıntılardan biri gayet ortada: Her türlü yargılama, eleştirme, düzeltme arzusunu yanında getirmesi. Ortada bir durum, belki bir anlaşmazlık var ve orada bulunan herkes kendi zihninden geçenlerin doğru olduğundan emin. Öyle olunca tüm bu kişiler diğerini değiştirmeye, ikna etmeye çalışıyor ve karşı taraf da aynı eminlikte olduğunda sonu gelmez bir tartışma faaliyeti içinde çırpınıyor; gücü diğerine yeten olduğu takdirde ise zorlamalar, dayatmalar devreye giriyor.
Sizi bilmem ama bir tartışmada, anlaşmazlıkta; karşı tarafı gerçekten dinleyen, kendi düşüncelerinin yanlış olabileceğini ve değişebileceğini düşünerek var olan o kadar az örnek görüyorum ki... Genelde olan; tarafların düşüncelerini, savlarını sunmaları ve karşı çıkış olduğunda bunlara daha da fazla sarılmaları ve günün sonunda uzlaşmak, esnemek bir yana dursun kutuplaşmanın daha da artması, hem fikri sabitliğin güçlenmesi hem de bu durumun araya birtakım kara kediler sokması...
Çok şükür ki yıllardır izlemiyorum ama televizyondaki tartışma programlarını hatırlıyorum da... Konunun ne olduğu hiç fark etmez; belki seçim sistemi tartışılıyor, belki kimi ekonomik stratejiler ya da bambaşka bir şey. Burada değişmeyen tek şey, ki 4-5 saatlere kadar uzayan programlar olurdu (hâlâ öyle mi ki!), tarafların tartışmanın başında ve sonunda şaşmaz bir şekilde aynı noktada oldukları. İzleyenler olarak da çoğunlukla aynı şekilde, kendi düşüncemizin ne kadar doğru olduğuna yeniden ve yeniden ikna olmak için izlerdik. İstisnalar vardır elbet ama pek nadir...
Aynısının günlük hayattaki uzlaşamamalarımızda da geçerli olduğunu görüyorum. Eşinizle, arkadaşınızla, çocuğunuzla bir konuda farklı safları tuttuğunuzda hiç “Hımmm haklı olabilirsin” diyip geri adım attığınız oluyor mu bilmem lakin çoğu zaman aynı formül burada da geçerli: Taraflar kendi fikirlerinde kalıyor, hatta daha da keskinleşiyorlar.
Ve bu, sadece diğerleriyle değil, kendimizle olan ilişkimizde de geçerli. Yine çevremde çok sık rastladığım, belki zaman zaman benim de yaptığım şöyle bir şey var mesela: Hayat yolculuğunda yaşadığı şeyler ona bir şeyler fısıldamış, kendiyle ilgili birtakım çıkarımları olmuş ve heyecanla anlatıyor: “Ben şunu fark ettim, kendimde bunu gördüm” vs. diye... Aynı kişiyle birkaç ay sonra buluştuğumuzda bir öncekiyle ciddi anlamda çelişebilen yeni çıkarımlar: “Asıl şöyleymiş, meğer bunu istiyormuşum.”...
Bir zaman söylediğinle başka bir zamanki düşüncenin çelişmesinde bir sakınca yok. Hatta farklı zaman ve durumlarda her daim aynı kalmak esas çelişki. Tüm dünya ve her şey değişirken belli bazı düşüncelere sıkı sıkı sarılıyorsan bu fanatiklikten başka bir şey değil. Sakınca, bana göre, kendine dair yeni farkındalığının da muhtemelen yine anlık bir düşünceden başka bir şey olmadığının ve yine değişeceğinin idrakinde olmamak. Benim şahit olduğum ise, her seferinde çok büyük bir keşif yapmış olma düşüncesi ve bir süre sonra bu keşif yanlışlandığında yeni keşfe sıkı sıkı sarılırken, “eğer bu doğru ise eskisinde bir yanlışlık vardı”nın ayırdında olunmaması.
Belli bir zamanda zihinde oluşan düşünceler; mevcut bilgi, birikim ve deneyimin toplamından ortaya çıkan bir karşılık ve ne onları sahiplenmeye gerek var ne de kesin doğru olarak kabul etmeye. Yaşamda müthiş bir görelilik var ve hemen her şey zamana göre, koşullara göre, kişiye göre değişiyor. Aynı an'da ve aynı koşuldaki iki farklı kişi bambaşka tezleri aynı heyecanla savunabiliyor; aynı kişi aynı koşulda ama farklı zamanlarda birbirine tezat düşünceleri dile getirebiliyor. Hatta aynı kişi aynı zamanda ama farklı bir koşul altında iken bambaşka şekillerde davranma potansiyeline sahip.
Hâl böyleyken, tüm zamanlarda ve koşullarda herkes ve her şey için geçerli olan gerçekleri dile getirmediğimiz sürece zihne gelen düşünceleri o kadar da ciddiye almanın ve kesin doğrular olarak kabul etmenin pek anlamı ve gereği yok.
Yani diyorum ki biz yine bildiğimiz gibi yaşayalım; sadece yargılamaları, değiştirme çabalarımızı yavaşça yere bırakalım. Körlerin her birinin bir tarafından tuttuğu meşhur fili hatırlayalım ve onu neresinden tuttuğumuza göre tutumumuzun, davranışımızın, tanımımızın değiştiğini fark edip başka yerinden tutan insanlar kendi tanımlarını ortaya koyup kendi davranışlarını sergilediklerinde ne buna şaşıralım ne de yargılayalım. Buradaki farklılık, kişilerin deneyim ve yaşam koşullarının bileşkelerinden ortaya çıkıyor ve aslında ne sen haklısın ne diğeri.
Gün gelip gözümüz açılırsa ve kemalata erip filin tamamını ve her açıdan görmeyi becerirsek ne âlâ; bu durumda artık gerçeği kesin bir şekilde biliyoruzdur. O zamana kadar ise bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz gerçeği ile hemhâl olmakta fayda var.
YORUMLAR