Yaşamın kaldırma kuvveti
Bu aralar dahil olduğum sohbetlerde bir kez daha fark ediyorum ki günümüzde insanların büyük kısmı her şeyi düşünmeye, hesaplamaya ve kontrol etmeye çalıştığı bir yaşam sürüyor ve bu, onları daimi endişe hâlinde tutuyor.
Henüz çocuğu olmayan çiftlerin "çocuğu" nerede okula göndereceklerini tartıştığını, yıllardır düzenli işi olan -ve mesela otuzlarındaki- kişilerin yaşlandıklarında sahip olacakları olanakları hesapladıklarını gördükçe -Allah affetsin- bana bir gülme geliyor.
Halbuki hiçbir şey, tekrar edelim hiçbir şey, öhöm duymayanlar duysun, evet hiçbir şey kontrolümüz altında değil.
Yaşamdaki herhangi bir şeyin olması, diğer her şeyin işbirliğine bağlı. En basitinden, siz tüm yaşamınızı çocuğunuzu en iyi okullarda okutmak için hazırlanmayla geçirebilirsiniz ve sonra çocuğunuz olmayabilir, olsa da okumak istemeyebilir, istese de buna yatkın olmayabilir. Harika bir iş fikriniz olsa ve alanınızda dünyanın en iyi ürününü/hizmetini üretseniz, doğru kişilere ulaşamazsanız iflas edebilirsiniz. Tüm hayatınızı yaşlılığınızı hesaplayarak yaşayabilir ama yaşlanmadan ölebilirsiniz ya da mesela finansal sistem çökebilir ve tüm yatırımlarınız pula dönüşebilir...
Aslında fazla uzağa gitmeye gerek yok; Covid-19'un yaşattığı ve kısmen yaşatmaya devam ettiği süreç, her şeyin birbirine pamuk iplikleri ile bağlı olduğunu çok açık bir şekilde gösterdi. Kendi adıma dramatik şeyler yaşamasam da mesela aylarca her türlü gelir kaynağından uzak kaldım; benim için galiba en önemli şeylerden biri olan yakınlık deneyimini, arkadaşlarımla çok daha az görüştüğüm ve görüştüğümde onlara fiziken dokunamadığım için eskisine nazaran çok daha az yaşayabildim. Olumlu şeyler de oldu: Son zamanlarda hızlanmış olan hayatım bir anda yavaşlamak durumunda kaldı ve buna ne kadar ihtiyacım olduğunu gördüm ve tadını çıkardım; seyahatler ve diğer bazı sebeplerden dolayı uzun zamandır el atamadığımız bahçe-bostan işlerine el attık; ki şu sıralar meyvelerini yiyoruz.
Ve bunlar, gözle görünmeyen bir virüscüğün yaşamımda yol açtığı türlü değişiklikten sadece birkaçı. Yaşamdaki her bir unsur geri kalan her şeyi etkileme gücüne sahip ve ne yaparsak yapalım hayatı kontrol edemeyiz, edemeyeceğiz. Bunun idrakine varıp bu bilgiyi mühürlediğimizde yaşam çok daha endişesiz olacak ve hafifleyecek.
Yaşamın kaldırma kuvveti diye bir şey var. Bu tabir geçenlerde denizde sırt üstü yatmış, o an'ın tadını çıkarırken zihnime düştü. Yüzmeyi öğrenmek demek, aslında suyun kaldırma kuvveti olduğu konusunda eminliğe gelmek ve kendini ona bırakabilmekten ibaret. Yaşamayı öğrenmek de bundan farklı bir şey değildir belki. Hiçbir şey yapma çabasına girmediğimizde, yaşam bizi zaten su üstünde tutuyor. Nefes almaya devam ediyoruz, kan dolaşımımız sürüyor... Çırpındığımız ve yaşamla mücadele ettiğimiz takdirde ise dibe batıveriyoruz.
İyi de hiçbir şey yapmazsak kiralar, krediler, faturalar nasıl ödenecek; eve nasıl ekmek girecek değil mi? Bu haklı bir soru olmakla birlikte yaşamlarımızda olması gerektiğinden çok daha fazla yer işgal ediyor. İşimiz, gücümüz, paramız, pulumuz varken bile geçim ve -gelip gelmeyeceği belli olmayan- gelecek konusunun bunca mesele edilmesi bizleri huzurlu bir yaşam sürdürmekten alıkoyuyor diye düşünüyorum.
Kaldı ki "hiçbir şey yapmayalım!" gibi bir düşünceyi savunuyor değilim. Bu ne mümkün ne de keyifli. Savunduğum şey, hiçbir şey yapmadığımızda bile yaşamın bir şekilde sürdüğü, başının çaresine baktığı... Yani çırpınmasak yeter, bir şekilde suyun üstünde kalırız. Bir adım sonra yapabileceğimiz ise stilli yüzmeyi öğrenmek. Kimimiz serbest kimimiz kelebek kimimiz sırt üstü yüzecektir ve kimileri de kendilerine has stiller bulacaktır. Hangi stilde yüzeceğimizi ise özümüzle olan bağlantıyı kurabildiğimiz takdirde keşfedebileceğiz. Yaşamı bu kadar zengin ve keyifli kılan da bu zaten. Hem koca bir bütünün parçasıyız ve aslında biriz; hem de her birimiz bu bütünün nadide ve özgün parçalarıyız ve her ruh kendine has armağanlarını, yüzme stilini sunmak üzere burada. Kendi stilimizi bulduğumuzda ise gerek maddi gerekse manevi olarak doyuma ulaşmak zaten bir mesele olmaktan çıkacak.
Stilimizi bulma konusunun birçoklarımız için kolay olmama sebebinin ise üzerimizdeki yüklerin fazlalığından başka bir şey olmadığını düşünüyorum. O kadar fazla bilgiyi, türlü zorunluluğu, bize ait olmayan duygu miraslarını ve yaşamın doğasını ifade etmeyen ezber düşünceleri taşıyoruz ki özgün stilimizin olabileceğini hayal bile etmek için fırsat yakalayamıyoruz.
Bana göre yaşamdaki yolumuzu özümüze yaklaştırırken ele almamız gereken ilk şey, neler yapacağımız değil de nelerden soyunacağımız, özgürleşeceğimiz olsa daha iyi. Çoğumuz fazlaca yüklüyüz ve yeni şeyleri özümsemek için yerimiz yok. Önce biraz boşalmalıyız ki yeniye yer açılsın. Ve boşaltım yaparken de yaşamın kaldırma kuvvetine güvenebiliriz belki; akıp gidenlerin arkasından bakakalmak yerine, gitmesi gerekenin gideceğine ve güncel hâlimize çok daha uygunlarının bu boşlukları dolduracağına güvenebiliriz.
Kendi deneyimimden biliyorum, çok da güzel dolduruyor. Valla...
YORUMLAR