1999’da kaç yaşında olacağız?
‘Merhaba bebeler. Dünya'ya hoş geldiniz. Buranın yazları sıcak, kışları soğuk geçer. Burası hem yuvarlak, hem ıslak, hem de kalabalıktır. Taş çatlasa bebeler, yaşayacak en fazla yüz yılınız var. Bildiğim tek bir kural var bebeler: Allah kahretsin ki şefkatli olmanız gerekiyor!’ (Kurt Vonnegut)
Adınız soyadınız diyorlar, Son Dakika diyor. Doğum tarihiniz, sanırım 2007 diyor. Flu bir geçmişi varmış, hatırlayamıyor. Kırmızı bir bantla doğmuş söylediğine göre. Büyük kanallardan biri kesmiş göbek bağını. Baba adını, bilmem diyor, genç birisiydi, içki göbeği vardı. Ana adı, valla diyor beni doğururken öldü. Doğumum bile son dakika.
Bir efsane olmuş doğumu, birdenbire bütün yapraklar dökülmeye başlamış, televizyonun karşısında oturan bir kadının saçları bir anda bembeyaz olmuş. Elindeki bardağa bakıyor. Bununla diyor sizi dinliyorum. Bardağımı duvarlarınıza dayıyorum. Odadan odaya koşup birbirinize fısıldadıklarınızı not ediyorum. Siz veriyorsunuz ipuçlarını, bu sayede sizi nereden üzeceğimi çok iyi biliyorum. Depremler, seller, yıkılan köprüler, enkazlar. O üç kuruşluk hayatlarınızın, yan koltukta oturan arkadaşınıza baka baka kurduğunuz hayallerinizin zerre kadar önemi yok, merhametinizin boyunun ölçüsünü alıp gideceğim!
‘Yüzme bilmiyordu benim oğlum diyen anneyi benden duyacaksınız, kurtarmayacağım onun oğlunu, bir akşam siz otururken kucağınızda üzüm tabağı, beni göreceksiniz ‘İki ölüye daha ulaşıldı’ yazacak, zeytin ağaçlarının kesilmesini durdurmayacağım, geçen haftasonu balık yemeye gittiğiniz sahillerde batan tekneleri tutup limana yanaştırmayacağım, çoluk çocuk denize dökülsün diye bekleyeceğim. Her türlü berbat hikayenin sonu benimle bitecek. Size taze son dakikalar hazırlayacağım, nasılsa unutacaksınız. Hem siz değil miydiniz, Uzay 1999’u seyredip de dünya 1999’da yok olacak sananlar, hala yaşıyorsunuz, küçüklüğünüzü, hayallerinizi unuttunuz. Beni de unutursunuz!’
Küçüktük, yoktu bu kepazeliğin müsveddesi son dakikalar. Diz dize oturmuş, kadife pantalonlarımız ve dik yakalı kazaklarımızla Uzay 1999’u bekliyoruz. Çocuklara sıcak bastı diyor annelerden biri, öteki ‘e çıkarsınlar pantalonlarını bunlar nasılsa kardeş’ diyor. Kardeşiz. Aramızda üçer beşer ay, birer ikişer yaş var. Üç erkek, üç kız, altı çocuğuz, külotlu çoraplarla oturuyoruz. Birimizde kırmızı, birinde beyaz, dördü karışık lacivertle siyah giymiş. Çoraplarımızın ucundan parmaklarımız çıkmış, patatesimi gördün mü diye gülüyoruz.
Birinci bölüm başlıyor, herkes sussun: 9 Eylül 1999, Ayın Karanlık Yüzü, Nükleer Atık Tesisleri, Numara 2.
Sessizliği bozacağım. Doğumgünüm 10 Eylül diye çok seviniyorum, demek ki Eylül doğumlulardan başlayarak bizi uzaya kabul edecekler ve ben ilk giden ekipte olacağım. Kardeşime de ’Sen de nisan doğumlusun, birkaç ay sonra da sizi alırlar uzaya..’ diyorum.
Pek hoşuna gitmiyor. ‘Ben belki gelmem’ diyor, sen git! Tannur’un oğlu, uzaya taşınma konusunda mecbur tutulacağımızı, İstanbul’da kalma izninin olmayacağını söylüyor. Kardeşim kesinlikle İstanbul’dan ayrılmayacağını, annemle babamı bırakamayacağını anlatıyor. ‘Akıllım annelerle babalarla gidicez!’ Ya buradaki eşyalarımız? Gerek olmayacak onlara, otomatik her şey.
Öyle uzak ki 1999, birimiz dünya 1999’da bitmesin diye ağlıyor, öteki dedesi o seneye kadar ölmüş olur mu diye. İçerde anneler babalar tefecilere düşen apartman yöneticisiyle aidatları alıp kaçan karısını, kalkıp kalkıp halının püsküllerini düzelten yan komşunun akşam olunca kocasından dayak yediğini konuşuyor. Bizim şamfıstığını sadece konken oynayan insanların yediğine inandığımız yaşlar. Bir de işte Ingalls ailesiyle, Uzay 1999’a inanıyoruz. Ay üssü Alfa’nın kaptanıyla tanışacağız bir gün.
Birimiz yaşını hesaplıyor, ‘1999’da 37 yaşında olacağım ben ya ölürsem!’ Hepimiz üzülüyoruz. Birbirimizi koruyacağımıza, o güne kadar asla ölmeyeceğimize söz veriyoruz. 1999’da dünya bitmiyor.
Uzaya gidemediğimiz gibi yan yana yatıp hayal bile kurmuyoruz. Külotlu çorapları attık. Şimdi high tech içliklerimiz var. Çoraplarımızın parmağı delinirse de çöpe atıp yenisini alıyoruz. Artık başka hayallerimiz var. Başka ülkelerin vatandaşları olma hayali kurup, bir memlekete üzülüyoruz. Ama şunu biliyoruz. Bu bir dua, bir gün kabul olacak. Dünya 1999’da bitmediyse, uzun kulaklı, dar kıyafetli adamlar bizi kaçırıp götürmediyse, ölmediysek hala, bugünler de bitecek. Bir gün içerde çocuklar yere yatmış hayal kurarken, konkene oturacağız, şamfıstıklar açacak dallarımızda!
YORUMLAR