Türkiye kiminle gurur duyuyor?

Eziyet mi eğlence mi olduğu belli olmayan Dokun Bana diye saçmasapan bir yarışma vardı. Acıklıdır. Sene 2001. Ekonomik krizin ertesi. Yarışma da şu:

Alışveriş merkezinin ortasında bir araba, arabanın etrafında ellerinde beyaz eldivenleriyle arabaya yapışık halde duran insanlar, onlara bakan yüzlerce başka insan. Yarışmacılar sadece bir arabaya dokunarak saatler, günler geçiriyor, halüsinasyon görene, bayılana kadar arabayla teması kesmiyordu. Çoluk çocuk alışveriş merkezine doluşan seyirciler de yarışmacılara ya da önlerinden geçen kameralara el sallar, ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ diye bağırırlardı.


Arabaya en uzun süre dokunan, yani en uzun direnen direnç rekorunu kıracak, alacak arabayı evine götürecek. Danslar, şarkılar bir süre sonra yakınındaki yarışmacıyla yakınlaşıp dertleşmelere döner, ‘Abicim o bana al dedi, git dedi, sonra sen gel dedi’lere geçilirdi. Başka türlü vakit nasıl geçsin, kollarında saat de yok, akşamı-sabahı karıştırıp vakit geçtikçe zaman kavramını kaybederlerdi. Etraflarında beyaz gömleği papyonuyla dolaşan Doğa Bey elini çeken yarışmacının yanına süzülüp ‘Elinizi çektiğinizi kameralar tespit etti, sizi eliyorum, şu kameranın önüne gelin ve veda edin’ derdi, son cümle!


Arabayı 50 saat okşamış adamlar elenirken Türkiye’den, annesinden babasından af diler, bir araba uğruna ayağının tabanlarını, karaciğerini üzdüğünü, dalağını yorduğunu unuturdu. Gidenlerin ardından teypte dönen parça Mustafa Sandal’dan: ‘Gidenlerden’


Ne kadar uzun sürerse, bilançosu o kadar ağır: Bir bayılma, bir halüsinasyon vakası, bir doktor kararıyla men, şuurunu kaybeden genç insanlar. Yarışmacılardan biri ‘Barış Manço’yu gördünüz mü, oradaydı!’ der hatta sürücü koltuğunda oturduğunu iddia edip rahmetliyle sohbete dalar, öbürü arabayı bırakmayacak diye altına işer, öteki sunucuya aşık olur, giderken ‘Öper misiniz beni?’ diye yalvarır, biri annesine el sallarken elenir, inerken annesinden azar işitir, ‘Dayanamadın mı biraz daha, yazıklar olsun!’


Biz televizyondan canlı devrim yayını beklerken delirmeler yayınlanır; dönemin çamuru herkese sıçrar, televizyon kanallarının kanalizasyon çukurları böyle dolardı.


Üç kişiyi unutamam.

‘Türkiye için duruyorum’ diyen badici çocuk, Şehsuvar Bey, bir de ismiyle yaşasın Timsah Recep.


67 saat 30 dakika durdu Şehsuvar Bey, uzaklara bakıp, ‘Şimdi gidicem alıcam, ne alıcam, hah, bu arabayı alıcam, bana şu lazım, hah ne lazım, bana uyku lazım uyku’ deyip de arabayı bırakırken aklının müsveddesiyle indi merdivenlerden. Sağlık ekipleri girdi kollarına. Timsah Recep de öyle. ‘Amcamlara gideceğim ben, çağırıyorlar beni, yazlığa gidiyorum ben yazlığa’ dedi. Halbuki az evvel dans edip sağ eliyle arabaya vurup, sol eliyle arabayı okşayan da ta kendisi, yazlığa gitse kapı duvar, amcası kim bilir kaçıncı uykusunda. Badici çocuk da kazandığı halde belki televizyon şirketi arabanın vergilerini öder diye düşünmüş, fazladan beş saat durmuştu.


Ne oldu sonra?

Receple Şehsuvar delirdi, badici çocuğun kafası ellerinin arasında, bir can borcu var Allah’a bir de vergi borcu.


Türkiye’de ‘Sonra ne oldu’su yok işte bazı hayatların. Gurur duyar duyar, sonra bir anda gönderiverir Türkiye.


Recep'i bile!





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.