Geri dönülmez bir yoldayız!

12 Haziran 2011 tarihinde partisinin haklı zaferinin ardından Başbakan Erdoğan balkona çıkıp şöyle başlamıştı konuşmasına, "Sevgili kardeşlerim, değerli yol arkadaşlarım... 12 Haziran 2011 seçim sonuçları ülkemize, milletimize, bütün coğrafyamıza, tüm dünyaya hayırlı olsun.”


Alkışlar kopmuştu. Devam etmişti:


“Kardeşlerim, benim milletim tartışmasız şekilde kazanmıştır. Türkiye'nin önüne yeni, yepyeni tertemiz bir sayfa açılmıştır. Şundan herkesin emin olmasını istiyorum. Önceki AK Parti hükümetinde olduğu gibi, yeni AK Parti hükümeti de 74 milyonun hükümeti olacak.”


Bayraklar sallanmış, kadınlı erkekli çoluklu çocuklu gruplara First Lady de el sallayarak karşılık verirken Başbakan devam etti:


“74 milyonun herbirinin yaşam tarzı, inancı, değerleri, bizim için önemlidir. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun her bir kardeşimizin huzur, güven, barış ve adalet içinde yaşamını idame ettireceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır. Milletimizden aldığımız güçle, yetkiyle demokrasi daha ileri standartlara kavuşacak, özgürlükler çok daha ilerleyecek, herkes kendini daha rahat ifade edecektir.”


Ve konuşma biterken:


“Biz beraberiz, kardeşiz, bunu unutmayın. Her zaman ifade ettiğim gibi bugün hesaplaşma değil helalleşme günüdür. 12 Haziran demokrasi bayramı kutlu, mübarek olsun! Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. 74 milyonu bir ve beraber olarak kucaklıyor, hepinizi Allaha emanet ediyorum."


Üzerinden 1 yıl geçti.


Ve şimdi ben kocasının arkasında bir motorda, kocasının beline mi tutunsun yoksa motorun yanlarına mı diye ne yapacağını bilemeyen, kocasının kaskı kafasına kafasına çarpan, arkada kasksız otururken kafasını sağa çevirip “Dur bari kafamda kask da yok, motor devrilir de ölüp gidersem son bir kez Boğaz’a bakayım” hissiyatında bir kadın gibi hissediyorum kendimi...


Zira, Allah'a emanet edildiğimiz noktada kaldık.


Zira ben orada kaldım.


O günden beri kendimi güvende hissetmiyorum.


Açıkça söyleyeyim:


Çok korkuyorum.

Böyle yaşanır mı?

Böyle yaşlanılır mı?


Bir tane hayat var o da bu kadar eksik, bu kadar endişeli sürer mi?


Bir hayat böyle çift teker otobanda çift teker düşük bankette bitirilir mi?


1 yılda tanıdık, tanımadık kaç tane meslektaşımızı hapishaneye uğurladık. “Kaçını geri aldık, kaçı içerde kaldı” hesabını Avrupa’dan mahkemeleri izlemeye gelen yabancı gözlemcilere bırakalı çok oldu... Çeteleyi onlar tutuyor, çünkü biz önümüzü göremiyoruz.

Ne kucaklaşması mahkeme koridorlarında ya da hapishanelerde tellerin ardında uzaktan el sallamaların ülkesi olduk.


Hangi kucaklaşmadan bahsediliyordu tam olarak; sokaklarda birbirimizin boğazına sarılır, el emeği göz nuru bir ayrılma, ayrıştırılma planının parçası olduk.


Her gün biraz daha fazla gerginlikle, her gün biraz daha çatık kaşlarla, “Burası nasıl bir ülke oldu? Bu bir kuraysa biz neden buraya düştük, hayatımızın kalanını nasıl geçirsek?” diye birbirimize bakarak geçiyor günlerimiz. OBEB’imiz, OKEK’imiz alındı kendi içimizde en büyük böleni arar olduk.


Seneye bugün belki de dünyanın başka yerinde evini, ailesini kariyerini bırakmış, yüksek tahsilli bulaşıkçılar olacağız, bilemiyorum. Nasıl ki geçen sene bugünlerde Aynur Doğan Açıkhava’da sahneden indirilirken, bir sene sonra birasız bira festivali yapılabileceğini de kimse hesaplayamıyordu ya, işte benimki de o hesapsızlık...

Bundan tam 1 yıl sonra belki de “Onlar iyi günlerimizmiş” diyeceğimizden korkuyorum. Yalandan klavye başında atıp tutanları artık dinleyemiyorum.


Her şeyin suçlusu olarak iktidar partisini görenleri dikkate alamıyorum. Çünkü biz sandık bekçiliği yapıp, oy kullanırken, “Aa tüh ben o tarihlerde Bodrum’dayım” demiş olanlar var ya, onlara diyecek söz bulamıyorum.


Biz, böyle modern ama endişeli ama evinde film seyretmeyi yürüyüşlere katılmaya tercih edenlerle, sadece memlekette anormal bir durum olduğunda gazetelere, haberlere bakanlarla düzlüğe çıkamayız onu biliyorum.


Hayal kırıklıklarımızı affedemiyorum, bunlara hafifletici sebepler bulamıyorum.

Hayatımın fonunda “Geri dönülmez bir yoldayım” çalıyor, şarkının sözleri de bizi anlatıyor işte; “Yaşıyorum ben kaderimi ağaçlar gibi sessiz sessiz... Bazen bir rüzgarım esen, bazen de düşen bir yaprak. Tut ellerimi istersen maziye uzanarak...”


Ne fena değil mi, böyle oldum ben de, gel bak işte, kendimi yalnız hissettiğim yetmiyormuş gibi kimseleri kucaklayamıyorum, kimsenin elini tutmak, maziye uzanmak istemiyorum. Kucaklaşmayı bilmeyenler olarak kucaklaşma neymiş şimdi öğreniyoruz ya, o yüzden mazinin bugün olduğunu biliyorum.

Freud’un dediği gibi olayları boşvermişçiliğin ucuz kader felsefesi içinde kabul etmeye başladıysak, fondaki şarkıyı isterseniz hep beraber söyleyelim;

“Geri dönülmez bir yoldayız!”

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.