Yola maketlerimizle devam ediyoruz!
Bir yerlerde bir meteoroloji tanrısı varsa bana günah yazmasın, bu havayı sevmiyorum, inadına sonbaharcıyım.
Büyük şehre bu kadar sıcağın yakıştığını da kimse iddia eder mi bilmiyorum. Takvimler de bana gıcık kapmasın, ama bana kalsa aylardan hep Eylül, günlerden hep Çarşamba olabilir.
Bu mevsim çok kibirli.
Sanki bir yerlerde; koca göbekli, üstüne giydiği iş önlüğü kirlenmiş bir usta, “Benim işim ısıtmak, nasıl serinleyeceğinizi de siz bulun artık” deyip biraz daha harlıyor fırınını, “Yetmez” deyip biraz daha odun veriyor, alnından damlayan terler onun işini iyi yaptığının göstergesi...
O ustayla günün birinde bir yerde karşılaşmak, tanışmak da istemem.
Yok, bana göre değil bu kadar kibir.
Ama günün birinde Ramazan Filiz’le tanışmak isterim.
Ramazan Filiz, Balıkesir’in Dursunbey ilçesinde katılamadığı sünnet düğününe kendi boy fotoğrafından maket yaptırıp da gönderen adam.
Nereden geldi aklına bu fikir acaba? Bir filmde mi gördü? Bir şeylerden mi bıktı da, tam o bıkkınlık anında mı ampul yandı kafasında?
“Güldük, geçti” demeyin, ciddiyim, bu maket operasyonunda bir ruhunu özgürleştirme, bir kurtuluş var.
Gerçekten “Deli herhalde” deyip geçmekle olacak bir şey değil.
Bu bize bir işaret!
Yaptırsak ya hepimiz birer maket...
Böyle insafsızca bir karşılığı varsa bu ülkede yaşamanın; çözüm maketlerde!
Şuralardan başlayabiliriz:
O mezar taşları gibi yan yana dizilen TOKİ’lere doldursak maketlerimizi.
Seller sular geldiğinde maketleri götürdüğüyle kalsa!
Köprüler yıkılıyor, insanlar boğuluyor ya, köprünün de maketi olur, yaptır bir maket, üstünden de kâğıttan insanlar geçsin işte...
Madem bu ülkeden şiddeti de alamayacağız; insanın nefes alıp verdiği her yere ulaşacak bir tokat, bir cop varsa, maketlerimiz yesin dayağı, otursun aşağıya...
Hem bu kadar cezaevi başka nasıl dolacak?
Doldur maketlerle...
Yer sıkıntısı da yok, sığmadı mı bir maket, kıvır bacaklarından kollarından gitsin.
Sokakta yürüyüş mü var, polis barikatlarını kurmuş, beline asmış mı her türlü yeni model copunu, gazını; varsın bu kez maketler yürüsün, yesinler sopayı, biber gazını.
En fazla buruşurlar, en fazla yanarlar.
Nasılsa gerçek olanlarımızın yandığı bir yer ya burası, maketimiz yanmış çok mu?
Yansın, kül olsun.
Yaptırırız yenisini.
Hrant Dink’in vurulduğu yerde, yatsaydı ya maketi.
Gerçeği nefes alıp vermeye devam etseydi.
Yüzlerce gazeteci hala içerde.
Çıkan niye çıktığını bilmiyor, duran niye durduğunu bilmiyor.
Misal; bir kediyi de içeri sokmak çok görülmüştü ya, yaptır bir kedi maketi, koy bir kafese, gönder cezaevine, o da bir köşede dursun, miyavlaması yok, ne mama yiyecek derdi yok.
Ahmet Şık’la Nedim Şener’in arkadaşları, onlar içerdeyken odalarına koymuşlardı arkadaşlarının maketini... Şık’la Şener dışarı çıktılarında ilk iş maketleriyle buluşmuşlardı.
İşte tam da bunun gibi...
Gönderelim cezaevine maketi, gerçekleri dışarda dursun, yazmaya devam etsinler işte...
Kitap mı yazacaklar, önce bir maketi çıksın da bakalım, toplatılacaksa onlar toplatılsın.
Köyler yakılıyor bombalanıyor ya, maket uçaklar uçsun, onlar bombalasın o köyleri de illa bombalanacaksa...
Maketlerden özür dilemek de belki daha kolaydır, denemek görmek lazım.
Bu ülkede insanca yaşamanın karşılığı, “Bir çılgınlık yapma da kes sesini otur”a denk geliyorsa, varsın maketlerimiz çılgınca yaşasın.
“Hepinizi kucaklayacağım” demişti Başbakan, madem öyle, o da maketlerimizi kucaklasın.
Her gün ama her gün yeni bir utanca uyanmaktan, yeni bir kayıp vermekten yorulmadık mı?
Varsın bundan sonra maketlerimiz utansın, maketlerimiz yorulsun.
“Bizden buraya kadar” diyelim, arkamıza bile bakmadan gidelim, yola maketlerimiz devam etsin.
YORUMLAR