Hayatlarımız hata kodu veriyor!

Hep böyle oluyor.

Sabahları içimde bir ferahlık, bir iyimserlikle uyanıyorum.

Her sabah. Her şeye rağmen.


İlk iş mutfağa gidiyorum.


Kahve suyu için ısıtıcıya basıyorum.


Sütü de dışarı çıkarıyorum ki yavaştan o da kendini hazırlasın.


Sonra salona uğrayıp radyoyu açıyorum.


Banyoya gidip suyu açıyorum. Duş yaparken, o günkü işlerimi düşünüyorum.


Çıktığımda su kaynamış, kahvenin üzerine dökmesi kalmış.


Bilgisayarı açıyorum.


O sırada kardeşim arıyor.


“Naber hacı? Uyandırmadım değil mi?”


Yok, uyanmıştım.

Uzun bir süredir, önce onun değil de oğlunun hatrını soruyorum.


“Oğlan napıyor, sen nasılsın?”


“İyi valla” derken, “Gördün mü haberleri, perişanım” diyor.


“Gördüm” diyorum.


“Off” diyor.

O “off”un altında oğlunun geleceği var.


Her sabah ama her sabah, oğlunun bazen 1 sene sonrasını, bazen 20 sene sonrasını düşünüyor.


Bazı sabahlar hangi okula gideceğini dert ediyor, bazı sabahlar oğlanı askerlik çağına getiriyor ve “Gönderemem” diyor.

Dünyanın tepesine çıkmış, oğluna ve onu bekleyen geleceğe bakarken benim elimden hiçbir şey gelmiyor.


“Neyse boşver ya, senden naber?” diyor.


Sonra işte biraz o günkü işlerimizden, biraz kendimizden bahsedip, “Hadi” diyoruz,


“Konuşuruz.”

Bilgisayardan gazetenin sistemine giriyorum.


Tepede Güneydoğu’da ölen insanlar, altında cezaevi isyanları, yanda kürtaj, öbür tarafta bir çocuk ölümü, onun dibinde karayollarının müdürü “İstanbul’dan gidin” demiş, yamacında bir ünlünün abuk subuk bir demeci...

Demiş ya Adalet Bakanı Sadullah Ergin de “Geceleri rüyama giriyor tutuklu insanlar. Uykumda cezaevlerini düşünüyorum” diye...

Uyanıkken düşünmek kısmı bizde herhalde!


Hani ben şarkılarla uyanmıştım ya, o şarkılar birer birer sesini kısıyor.


Haberlerden bir ya da birkaç tanesine muhakkak çok fena kilitleniyorum.


Bu, bu sabahın öyküsü değil. Her sabah bu! Ama her sabah!


Ve ilk sigaramı yakarken, ev telefonu çalıyor. Ya annemdir, ya Elif Cemal.


Arayan Elif.


“Naber kuşum?”


“İyidir, senden?”


“İyi. N’aptın akşam?”

“Perdeleri yıkadım, asarken çocuk yapmak lazım diye düşündüm. 3 tane doğru rakam. Biri bulaşık makinesini boşaltacak, biri perdeleri asacak, diğeri de ütüleri yapar!” deyip gülüyorum.


Gülüyoruz.

Ama sonra filmin nerede koptuğunu bilmiyorum.


“3 tane iyidir, hem bak birini hapse atarlar, öbürü askerde ölür, diğeri de kürtaj olamadığı için 20 yaşında 2 çocukla oturur” çıkıyor ağzımdan...


Diyorum ya film kopuyor.


Biz, her sabah, bu ülkenin genç iki kadını, kendimizi içerde kalan gazetecileri, ailelerinden ayrı bir yaz daha nasıl geçireceklerini, İçişleri Bakanı’nı, Adalet Bakanı’nı konuşurken buluyoruz.


Gündem toplantısı yapsak, ne yarın akşam gideceğimiz gösteri, ne aradığımız kurşuncu kadından eser yok.

“Elifim böyle olmamalıydı, bir hata var!” diyorum.

Yaşadığımız hayatlar error veriyor.


Şahsi hayatlarımızın hafızalarına sahip çıkmayı bırakalı çok oldu...


Yaşadığımız ülkeye, kimliğimizin üzerinde yazan TC’nin hafızasına sahip çıkalım derken devrelerimizi birer birer yakıyoruz.


Uludere’yi kürtajla, kürtajı okyanusları aşarak yapılan “Dön” çağrısıyla, oradan gelen resti cezaevi isyanlarıyla, isyanları Dağlıca’daki çatışmayla hafızalarımızdan silmeye çalışanlara direnç gösteriyoruz.


“Unutmayacağız” derken kimbilir kendimizi nerede bıraktığımızı bilmiyoruz.

Yıl olmuş 2012, aylardan Haziran, aşık olduğumuz insanlar, deniz kıyıları, balıklar bir kenarda dururken bak şimdi ne konuşuyoruz?


Biz ne kadar hayata tutunmaya çalışsak da her sabah üstümüze çullanan bu ucube zihniyete nereye kadar, daha ne kadar dayanırız bilmiyorum.

Turgut Uyar demiş ya:

“Haziran bu yıl da geç geçecek biliyorum”


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.