Biz yürüdük siz neredeydiniz?

Böyle olur.

Genelde.


Yola çıkmadan önce herkeste bir heyecan, herkeste bir motivasyon.


Alt tarafı bir yürüyüşe gidilecektir.

Planlar yapılır.

Şöyle yaparız’lar, böyle yaparız’lar, programlar planlar.

Sonra yola çıkmaya yakın yan çizmeler başlar.


“Ah galiba ben gelemeyeceğim”ler.


“Bizim başka bir programımız varmış, benim de haberim yokmuş”lar.


Olur böyle, bilmediğimizden değil.


Ama bir kere de şaşırsaydık, olamadı.

Geçen Pazar günü.


Kadıköy’de buluşacaktık hani, kadın kadına, destek veren erkek arkadaşlarımız, sevgililerimiz, kocalarımız da gelecekti. Hatta babalarımızı da bekliyorduk! Ve bazıları geldi de, tekerlekli sandalyesiyle gelen bir baba hepimizin babası oldu.


Sayıca az olsalar da yanımızdaydılar. Ayaklarına sağlık, bizimle yürüdüler.


Gerçi bizimle ilgili her konuda erkeklerin ahkâm kesip karar almasındansa kendi başımızın çaresine de biz bakabilirdik, öyle olsun diye yürüyorduk nihayetinde…

Altıyol’da Boğa’nın orada yüzlerce kadın, rengârenk, pankartlar, düdükler.

Herkes ne kadar da şık gelmişti.


Çok sıcak, güneş tepemizdeydi.


Boğanın oradan yürüyüşe geçmeden önce onun da başına tülbent sarıldı. Önüne pankart yerleştirildi.

Boğanın güvenliğinden mesul polislerimiz neyse hemen tülbenti söktü, pankartı aldı, gitti.

Biz iskeleye doğru yürümeye başlarken boğa kaldı bir başına.


Yaratıcı sloganlar bulunmuştu.


Gündem değiştirelim derken işi yasa değiştirmeye kadar vardıran siyasilerden hesap soruluyordu!


Her slogan ezbere bilinmediğinden, birbirini durdurup “Şunu bize de öğretsenize” diyenler, göbek atarak yürüyenler, tam bir şenliğe döndü.

Ve her yürüyüşün makus talihidir, o soru gelir: “Kaç kişiyiz?”

Arkaya baktığımızda, yürüyüşün sonu görülüyorsa, azdık.


5 bin diyen çıktı, 10 bin diyen çıktı, 10 bin diyene, “Çıldırdın herhalde” dendi.


Meydana vardığımızda az olduğumuz daha belirginleşti.


Topu topu 3 bin kişiydik.

Sorular başladı.

Herkes neredeydi?


Hiç mi tesettürlü kadın arkadaşımız yoktu?


“Gözümüzle saydığımız 3 (yazıyla üç) tesettürlü kadın arkadaşımız var” denildi.


“Bize size girmeyelim ama biz onların yanında durmuştuk” serzenişi başladı.


Girmeyelim dedik de girildi işte.


Bu hepimizin meselesi değil miydi?


Türbanlısını türbansızını bağlar mıydı?


“Biz mi yanlış okuduk meseleyi?” sorusu toparlandı, bir rafa kaldırıldı, “Bir dahakine daha organize oluruz” denildi. Kimse kimseye darılmadı.


Eylem bitti, evli evine köylü köyüne gitti.

Vapura binmiş, Beşiktaş’a geçerken benimle bir soru kaldı.


Sahi futbol liginde “seyircisiz maç” cezaları “kadınlar ve çocukları” kapsamadığında, maçlara “ceza” olsun diye kadınlar ve çocuklar davet edildiğinde statları kaç kadın doldurmuştu?


Bir maçı yaklaşık 42 bin kadın, başka bir maçı 20 bin kadın seyretmişti.


Beyleri, sevgilileri, babaları, erkek kardeşleri yerine; onları temsil edebilmek adına hemcinslerimiz statları doldurmuştu değil mi?

Canımızı sıkmaya, enseyi karartmaya lüzum yok belki ama bazen rakamlar da can acıtır ya...

“Keşke bir daha yürüyüşte maçlardaki kadar kalabalık olsak, bu kez siz de gelseniz” diyeceğim ama siz bilirsiniz.


Dilerim statlardaki varlıklarınızın altında yatan cümle “kocamın takımı, kocamın kararı” olmasın.


Bu seferlik birbirimizi affedelim, bir dahakine beraber yürüyelim, oradan maça gideriz!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.