İlişkide sidik yarışı
Kız onunla beraber olsun diye oğlan epeyce uğraşmıştı. Sevgilisi vardı kızın, ama o bunu mesele etmiyor, “Ayrılacaklar, yakındır” diyordu. Kantinde daha bitirmediği çayını tazeliyor, okul çıkışı ona eşlik ediyordu. Konuşmalarını hayranlıkla dinliyor, ne dese ne yapsa takdir ediyor, flört etmek için fırsat yaratmakla kalmıyor, açıkça “bir gün çok iyi bir çift olabileceklerini” söylüyordu. Gerekçelerini herkesin yanında, yarı şaka yarı ciddi sıralıyordu. “Biz, ikimiz diğerlerinden farklıyız, üstün insanlarız.” “Sen de ben de çok iyi okullarda okuduk.” “Biz şu gördüğün herkesten daha zekiyiz.”
Kız gerçekten ayrıldı sevgilisinden, daha doğrusu sevgilisi ondan ayrıldı. Tatlı gülüşlerle sözlerini kabul fakat kendisini reddettiği oğlana yakın durmaya başladı. Kalbi kırık bir kız ve o kırık kalbi tamir etmeye dünden hazır bir oğlan, birlikte olmaları kaçınılmazdı.
İlişkileri çok hızlı başladı. Üç ay kadar harbiden herkesten üstün olduklarına inanıp, buna inandıklarını her fırsatta başkalarına gösterdiler. Fakat sonra yavaş yavaş “biz üstünüz” sözü, yerini “ben üstünüm” diyen davranışlara bırakmaya başladı. “Önce biz” derlerken, “önce ben” demeye başladı ikisi de.
Meselâ biri kolunu bir yere çarpıp morarttı mı, kız hemen morarmanın nasıl gerçekleştiğini anlatmaya koyuluyordu. Evvelden hayran hayran kızın ağzının içine bakan oğlan ise asabî bir tonda “Sevgilim, her konuda ne kadar bilgili olduğunu göstermen gerekmiyor” diye onu frenlemeye çalışıyordu.
Öğrenci evinde yemek mi yapıyorlar, biri ocağın altını kısıyor, öteki açıyor, ocağın hangi ayarda olması gerektiği üzerine bilimsel veriler öne sürerek dakikalarca tartışıyorlardı. Sabah açma alınacak pastane, mideye-dolma veya kokoreç yenecek dükkân, gidilecek semt pazarı, o pazardan alınan domatesin cinsi ve miktarı, evin temizleneceği deterjanın markası konusunda bir türlü hemfikir olamıyorlardı. Arkadaş grubu içinde biri diğerinin lafını ağzından alıyor, söylediğine karşı tez geliştiriyor, ikisi de kendi dediğinde diretiyor, asla ortada bir yerde buluşmaya yanaşmıyorlardı.
İlişkileri yarışa dönmüştü. İkisi de davranışlarıyla, konuşmalarıyla birbirlerine daha zeki, daha yetenekli, daha bilgili olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. İlişkileri, sözleri ve eylemleriyle galip, üstün gelmek, altta kalmamak, alt etmeye çalışmak zemini üzerinde yalpalamaya başlamıştı. Fakat ikisi de tavır, söylem ve davranışlarını değiştirmeye yanaşmıyor, her biri her defasında haklı çıkmakta inat ediyordu.
Her insan gibi onların da eleştirilme, reddedilme konusunda bir sabrı, sınırı vardı. Başkaları önünde eleştirilmenin intikamını almaya başladılar. “Ama sen de bana bunu demiştin.” “Sen bana bunu demeseydin, ben sana bunu yapmazdım.” “Söyledim çünkü hak ettin.” “Yaptığının karşılıksız kalacağını mı sanıyordun!”
Oğlanın, daha onlar beraber değillerken ilişkilerinin birinci yılını şampanyayla kutlama planı gerçekleşemedi. Çünkü ayrıldılar.
İnsanın kendini sevmesi, yeteneklerini ve bilgili olduğu alanları, özetle kuvvetli yanlarını görmesi, özgüveni geliştirdiği için olması gereken bir durum herhalde. Fakat kendini üstün ve ayrıcalıklı görüp bunu herkese göstermek normal görünmüyor ve özellikle kendine benzeyen biriyle çarpıştığında kaçınılmaz sonuçları var. Sevmemek ve sevilmemek, hatta nefret etmek ve nefret edilmek gibi. Söz konusu ilişkiyse bir sonucu daha var. Yalnız kalmak.
İlişkide sidik yarışından kaçınmak lazım.
YORUMLAR