Ben haklıyım!
Salonda oturuyoruz. Çayımı yarıladım sayılır. Üzerine biraz sıcak su katmak için kalkacağım, ama açık mutfak, görecek, “Öyle tadı bozulur, dök yenisini koy” demesinden korkuyorum. Biraz önce “Demli içemiyorum” dediğimde, “İyi demlendi, seversin, bir dene” demişti.
Mesele çay değil. Ne olacak, demli de olsa iki yudum alırım, iki şaka yapar sıcak suyu eklerim. Arkadaşımın teyzesi değil mi, memnun ederim. Bazen yakınları, yakınlarının yakınlarını, bir de yaşları varsa memnun etmenin ne zararı olacak.
Ama bazen...
Ağzımı açmaya çekiniyorum. Genel geçer ettiğim bir lafı ağzımdan alıp devam edecek, akıl verecek, tavsiyede bulunacak, başkasıyla başından geçen bir olaya bağlayacak diye.
“Mayoyla da tuvalete gitmek zor.”
“Bak, çiş için mayonu çıkarmayacaksın. Bir kere sağ tarafı, sonraki sefer sol tarafı çekip aradan yapacaksın. Böylece mayonun ağ yerinin kenarları tek taraflı gevşemez.”
Hadise ne benimle ilgili, ne de sınırlı. Arkadaşım uyarmıştı, “Bazen çok zorluyor” diye, bu kadarını hayal edememiştim.
Biri bebek uyutacak. Israr ediyor. “Şu yana yatır, bak doktor da benim dediğimin aynısını dedi.”
Köpeğin kanepeye çıkmasını istemediğini söylüyor başkası. “Örtü ser” önerisi karşısında bir süre duruyor dinleyen, cevap veriyor: “Kanepe üzerinde örtü sevmiyorum, ondan.” “Kanepenin renginde alırsan, örtü olup olmadığını anlamazsın bile.”
Kısıra ne kadar biber salçası, içliköfteye kaç tutam reyhan, çiğköfteye hangi baharat katılmalı, hepsini sorulmadan sıralıyor. Çiğköfteyi beraber yoğurmuşsunuz gibi hissediyorsun.
Konuşurken o kadar kendinden emin ki. Söylediği hiçbir sözün, öne sürdüğü tek bir fikrin doğruluğundan şüphe etmiyor. Söylediğinin üzerine söz söyletmiyor, önerdiği her şey, herkes için doğru. “Ama bak...” diye kesiyor. Hemen her cümlesinin başında bir “bak” var. Son sözü söyleyen o olacak ille de.
Kurduğu ilişkilerde de hep o haklı. Ailevi hadiselere giriyor arada. Sülalede herkes ona düşman. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.” “Merhametten maraz doğar.” “Kimseye iyilik yapmayacaksın!” “Neyse dedim, büyüklük bende kalsın.” “Nankör!” “Görür o!” “Pişman olacak!”
Bir şeyler anlatıyor, ama yorumlayarak anlattığı için kim haklı, kim değil anlamıyorsun. Tanıdığın kişilerin adı geçiyor, ne kadar abartıyor, doğruya ne kadar yalan katıyor kestiremiyorsun. Arada durup bakıyor, ses etmezsen haklılığını pekiştiriyor, “... olmaz!”. Yine susarsan, “Evet haklısın” demeye zorluyor “... değil mi?” Sesini yükselterek, gözlerini ayırarak, sert el-kol-beden hareketleriyle haklılığını ispatlamak üzere yaşadıklarından örnekler sıralıyor.
Bilgiçlik kısmı usandırıcı, ama nispeten masum. Birinin kendi görüşlerinden, fikirlerinden, saptamalarından bu derece emin olması insanı ürkütüyor, fena halde rahatsız ediyor. Çünkü kafasında kuruyor, o kurduklarının gerçeklerle hiç ilgisi olmayabiliyor. Herkesi kendi kurallarına göre yargılıyor, hüküm giydiriyor. Onu dinleyen kişileri bir yöne çekmeye çalışıyor, geri dururlarsa onların da üstünü çiziyor. Bir sonraki konuşmasının kötü kahramanları onlar olacaklar belki.
Şanslı sayılabilirim, yaşadığı olayların kötü kahramanlarından biri olacak kadar yakın değilim. Ama başından geçenleri anlatırken beni kötüler hanesine yazdığı kesin.
Önemli değil. Dinleyen, her duyduğuna inanmasın. Anahtar bu galiba.
YORUMLAR