Aşk mı fetiş mi?
Bir şeyi görürüz beğeniriz, çok severiz, kafamızda yüceltiriz, hayran oluruz. Bir çift yeşil gözü mesela, saçsız bir kafayı, kirli sakalı, geniş omuzları, iri göğüsleri, uzun bacakları. Belki bir üniformayı, bir otomobili. Yahut istediğimiz ama bizde olmayan bir yeteneği.
Sonra bizde aşırı heyecan uyandıran, daha düşündüğümüzde bizi baştan çıkaran o şeyi taşıyan biri karşımıza çıktığında “bizim olsun” isteriz. Bir elbise, bir eşya bizim olsun ister gibi. Bizim olur, sevinçten uçarız, bizim olduğuna neredeyse inanamayız.
Asıl sorun da bundan sonra başlar. Ona sahip olduğumuzu düşünürüz –elbise gibi, eşya gibi– ve öyle de davranmaya başlarız. Herkesin bizimle olduğunu bilmesi hoşumuza gider ama onu paylaşmaya yanaşmayız.
“Bize yakıştığını” düşünürüz. Ama zaman içinde bazı özelliklerinin hoşumuza gitmediğini fark ederiz. Bizi baştan çıkaran özelliklerinin tadını çıkarırken, bazı davranışlarıyla, huylarıyla, alışkanlıklarıyla “canımızı sıkmasın” isteriz. O zaman tadilata başlarız. Elbiseyi, eşyayı elden geçirir gibi. Yapmaya çalıştığımız onu değiştirmek, başka birine dönüştürmektir.
Oysa kimse kimsenin sahibi olamaz. Kimse bir sahibi olsun istemez. Kimse kendisine bir elbiseye, eşyaya davranıldığı gibi davranılmasını istemez. Dahası, buna izin vermez.
İnsan bir elbiseye bir eşyaya sahip olabilir ama bir insana sahip olamaz. Ancak hayatı, hayatını bir insanla paylaşabilir. Bunu anlamamakta direnirse, ömrü hayranlık geliştirdiği imajlar peşinde geçer, bunları arar bulur, bir süre heyecan yaşar ama asla mutlu olamaz.
Eğer seneler seneleri kovalarken hayatımızda “bir zamanlar deliler gibi sevdiğimiz” kişi sayısı artıyorsa, dönüp kendimize “Nerede hata yapıyorum?” demeliyiz. Altında, bizim fetişlerimiz yatıyor olabilir.
Deliler gibi âşık olup sonra ondan bıkmaya başlıyorsak, ayrılıyorsak ve en iyi ihtimalle birkaç yılda bir aynı son tekrarlanıyorsa, başrolünde oynadığımız bütün filmleri başa sarıp ilk sahneleri tekrar tekrar izlemeliyiz. Çünkü birinden ayrılma sebepleri ile o kişiyle birlikte olma nedenleri arasında bir köprü vardır.
Bu köprünün üzerinde fetişlerimizi yürürken görme ihtimalimiz çok yüksektir.
Bir insanı sevdiğimizi zannetmişizdir, oysa sevdiğimiz bir imajdan ibarettir. O imajı alıp, kalanını da “bizi rahatsız etmeyecek hale getirme” çabasına girmişizdir.
Eğer ilişkilerimizi başlatan fetişlerimiz ise, her biri bitmeye mahkûmdur. Çünkü en başta karşımıza çıkan kişinin fetişlerimizi taşımasıyla ilgiliyizdir, aslında kim olduğuyla değil. Onu tanımaya ve aslında birbirimize uygun olmadığımızı anlamaya başladığımızda, hâlâ fetişlerimiz için yanında ısrarla duruyor, onu yanımızda ısrarla tutuyor olabiliriz.
Nafiledir.
Bazen âşık olduğumuzu zannederiz, oysa âşık olduğumuz ya da kendimizi âşık ettiğimiz bir kişi değil, fetişlerimizdir. Bir çift yeşil göz, saçsız bir kafa, herkesi döndürüp kendine baktıran bir beden, bizde olmayan bir yetenek, ... uzar gider.
Bunu fark etmezsek, kabul etmezsek ve fetiş peşinde koşmaya devam edersek “büyük aşklar” yaşar, “büyük hüsranlar” biriktiririz.
Mutlu olmak istiyorsak, karşımıza çıkan insanın taşıdığı kalp bizi ilgilendirmeli, fetişlerimiz değil.
YORUMLAR