Nasıl kayıp olunur?
Rüzgarlı bir Kabak sabahı. Adeta her yanımdan huzur akıyor. Hep hayal edildiği gibi.
Lakin buraya gelişim pek öyle olmadı.
Herkes hayatında birkaç defa “Biraz yalnız kalayım” demiştir diye tahmin ediyorum. Ben neredeyse 5 senedir, ‘Kabak Koyu’na gitsem de biraz yalnız kalsam’ diyorum. Neticede dün, sırtımda koca bir çantayla vadiye doğru yola koyulmayı başarabildim.
Tıklım tıkış bir minibüste köy dedikodularını dinleyerek seyahat etmek gibisi yoktur. Bir anda bütün gerçekliğiniz o minibüs oluverir. Küçük bir dünyada sıkışıp kalmış gibi eğlenirsiniz. Minibüs ilerledikçe yolları tanımaya başladım. Ama tam tanımamış olacağım ki, araçtan indiğimde ‘nereden yürüyoduk?’ diye birine sormak zorunda kaldım.
‘Buradan’ yazılı tabelayı gösterdi kız, gitti.
‘Buradan’ yazılı tabeladan aşağı doğru yürümeye başladım. Minik bir patika. Adaçayı kokuyor. Likya Yolu’nun bir parçası olduğundan, sağda solda taşlar işaretlenmiş. Patika belirgin ama çok küçük.
Patikayla anlaştıktan sonra kafamı kaldırıyorum. Güneş batıyor, ama tam da gözükmüyor. Şu tepenin arkasına saklanmış deniz tarafında. Kafamı denizden dağlara doğru çeviriyorum. Kıpkızıl olmuş ortalık. Güneş yakar gibi boyuyor Vadi’yi. Az yürüyünce güneşi de görüyorum. Büyüleniyorum.
Patika dimdik aşağı iniyor. Bacaklarım titremeye başlıyor. Kendimden ümitliyim, o kadar da yorulmam diyorum.
Vadiye indiğimde, güneş hızlı bir şekilde batmaya başlıyor. Sadece 5 dakika sonra, kapkaranlık bir yerde, yolumu kaybediyorum. Kafa fenerim yanıp sönüyor, çalışmıyor. Aksi gibi, bir de yağmur başlıyor.
Etrafta hiç ses yok. Kabak Koyu’nda yazın yüzlerce kişiyi ağırlayan kampların hepsi kapalı. Yol neresiydi, nereden nereye gidiliyordu artık hiçbir fikrim yok. Vadideki tek büyük yoldan, uzaklardan bir araba geçiyor, ‘yok canım bulurum şimdi, sormayayım’ diye düşünüp geçip gitmesine izin veriyorum. Sonra pişman oluyorum peşinden koşmadığıma. Telefonum da çekmiyor.
Ayağıma kediler dolaşıyor. Her yerden bir köpek çıkıp hırlıyor. Yağmur hızlanıyor. Kafa fenerim bir yanıyor, bir sönüyor.
Bir anda anlıyorum ki, ‘Kabak bitmiş!’
Ama o ‘abi yogacılar bitirdi orayı’ manasında bitmiş değil. Gerçekten bitmiş. Herkes kapatıp gitmiş. Hayalet kasabaya dönmüş. Hiçbir yerin ışığı yanmıyor. Kimse yok.
“Biraz yalnız kalayım” derken aklımdan ne geçiyordu acaba?
Önceki gelişlerimden hatırladığım aydınlık bir köşede duruyorum, çantamı ve kendimi yere atıyorum. Oturacağım orada, birini görürsem ne ala. Telefonum çok az çekmeye başlıyor. Buraları bilen bir arkadaşımı arıyorum. Birini yönlendireceğim diyor, birkaç saniye sonra çalıların arasından bir adam çıkıyor.
“Bir fener ışığı gördüm bir oraya bir buraya giden merak ettim, hayırdır?”
Kaybolduğumu söyledim. Birazdan adamın telefonu çaldı. “Burda burda, yerde oturmuş kedi seviyor” dedi benim için.
Kurtarma gemisi gelmiş gibi sevindim.
Sonra bana buradaki kamplardan birine kadar eşlik etti. Birkaç kişi kalıyor burada kampın sahibiyle birlikte. Tanıştık, “hepi topu koca vadide 20 kişi ya var ya yok” dediler.
İki kase çorba içip bungalova çekildim. Gece yerimi yadırgadım, seslerden korktum, soğukta üşüdüm. Pek uyuyamadım. Ama ne hikmetse, sabah kuş gibi uyandım. “Yalnız kalayım” mı demiştin Duygucuğum? Söz büyüdür canım. Tam anlamıyla neye niyet ettiysen, aslında kısmet olacak olan muhakkak odur.
Şimdi etraf sessiz; kuşun, horozun, denizin, rüzgarın, arının sesinden başka ses yok. Saat 10.30 olmuş ama güneş hala dağları aşıp gelememiş vadiye. Serin o yüzden ama soğuk değil.
Her şey bu kadar yavaşladığında ne yapıyorduk, hatırlamam için biraz daha zamana ihtiyacım var. Yıllar sonra yalnız kalmanın tam karşılığı ile karşılaştım, anlatacaklarını duymak için biraz daha sabit durmaya ihtiyacım var.
YORUMLAR