Kendine iyi bakmak politiktir
Dil her şeyi anlatır. Tıpkı Türkçede “adet görme” için tam ne diyeceğimize karar veremediğimiz gibi, gündelik hayatımızda daha fazla gündem olmaya başlayan bazı kavramlar var ve fikir olarak ülkemize giriş yapmış olsa da her kavram, hemen Türkçeleştirilemeyebiliyor. (Halbuki kelime eklerimizle ne numaralar yapılabiliyor.)
Bu şüphe verici. Şaşırtıcı. Hemen kelimelerin arkasına, mânâsına bakıyorum. “Wellness” mesela. Türkçe’de “iyilik, sağlık, sıhhat, esenlik” kelimeleri karşılıyor aslında ama ne hikmetse, bir türlü dilimize oturtamıyoruz bunu. Eğri duruyor. “Self care” de öyle. Öz bakım. Kendine bakmak, bakım vermek. “Caregiving”, “bakım vermek” demek oluyor ama onu da mesela doula buluşmalarımızda bir türlü yerine oturtamadık tam.
Türkçe konuşanlar olarak yürek ferahlığımız, iyiliğimiz, esenliğimiz hakkında yeterince konuşmuyoruz demek olabilir mi bu?
Hemen başlayalım.
(Yazı içeriğini dinlemek için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz)
Kendimize bakmakla ne derdimiz var?
Kişisel olan her şey gibi, kendine iyi bakmak da politik bir mesele.
“Self care”, yani tam Türkçe karşılığı henüz dilimize yerleşmemiş de olsa “öz bakım”, aslında sık sık “kendine iyi bak” derken kastettiğimiz şey. Kendimize iyi bakmamız gerektiğini birçok açıdan biliyoruz, ancak kültürel kayıtlarımız, kendimizle ilgilenmemizi çoğu durumda “şımarıklık” olarak yaftalayabiliyor. Hele bir de başkalarına bakım vermemizin beklendiği bir toplumsal rolü üstlendiysek, kendimize iyi bakmamız “bir noktaya kadar” kabul edilebilir oluyor.
2000’lerin başında kendine iyi bakan erkeklerin “metroseksüel” olarak etiketlenmesine şahit olduk, neyse ki sonraları her cinsten insanın sistemli bir şekilde sağlığına ve iyiliğine özen göstermesi daha kabul edilebilir, hatta çoğunlukla dayatılan bir alışkanlık oldu.
İngilizce’de “self-care”, “me-time” ya da “wellness” kelimeleriyle trend olmuş kavramlar, dilimize ne hikmetse bir türlü oturamamış, hep eğri büğrü tercüme edilmiş. Öz bakım, ben-saati, iyi olma hâli demeye çekiniyor olabilir miyiz yoksa üzerinde daha yeni yeni kafa yorduğumuz için mi kavramlar dilimize bir türlü tam yerleşemedi?
Peki, mesele bizim için hala bu kadar yeni sayılırken, politik olan ne?
Yapılan araştırmalarda, Türkiye’de ve dünyada gündelik iş yükünü üstlenme bakımından, kadınların erkeklerin ortalama üç katı emek harcadığı ortaya çıkıyor. Ev içi emeğin görünmezliğini, maaş eşitsizliğinin de yaygınlığını düşündüğümüzde, ülkemizde durumun (özellikle bazı bölgelerde) çok daha vahim olabileceğini tahmin edebiliyoruz. * *
Kadın emeğinin sistemli olarak sömürülmesinden fayda sağlayan bir sistem, kadınların kendine bakmasına ne kadar izin veriyor?
Kendine iyi bak - ama bir yere kadar
Mücadele etmek, her zaman emek ister. Kadınların gündelik zorluklarının yanında, bir de kadın meselesini dert edinen, kadınların eşitliği, güvenliği, adaleti için kafa yormanın getirdiği zorlukları düşünelim. Harekete geçmek, örgütlenmek, ses çıkarmak öyle kolayca olmuyor. Zorlaştırılıyor da üstelik.
Bu şartlarda bir de, kendimize bakmaya, kendimizi gözetmeye çok da hakkımız olmadığına, bunu hak etmediğimize inandırıldığımız bir kültürde büyüyoruz. Banyoda biraz uzun kalmanın veya biraz pahalı bir dondurmayı ısırmanın “kendini şımartmak” olacağına, inandırıldığımız bir medyaya, söyleme maruz kalıyoruz. “Fedakâr Anne” miti, yorgun annelerin iç isyanını bastırıyor. Toplumda yer edinebilmek ve geçimimizi sürdürüp, sağlığımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu koruyabilmek için ortalama bir erkeğin üç katı çaba sarf ediyoruz (*).
“Ne çok çekti de gıkı çıkmadı” diye tebrik ediliyoruz mezarlarımızda.
Bir yandan da, dişi enerjisi yüksek influencer ablalarımızdan öğrendiğimiz “self-care” ritüellere kafa yoruyoruz. Birisi “sen buna değersin” dediğinde, bir şey satmaya çalıştığına dair kuşkuya düşüyoruz genelde ama kanaat önderi ablalar inandırıcı olabiliyor. “me-time” diyorlar, kendimle randevu, kalbimle baş başa.
Kadınlar hem kendine daha iyi bakmaya özendiriliyor, hem de bunu yapacak vakit bulamayacak kadar çok çalışmaları bekleniyor… Emek verdikleri alan neresi olursa olsun.
Kendine bakım vermek ya da davaya adanmak
Kendine bakmanın suçluluğa neden olabildiği, fazla bakımlı olmanın şımarıklık görülüp ayıplandığı, kültürel olarak engellendiği ortada. “Aktivistler ve örgütler için öz-bakım” konusunda hazırlanan uluslararası bir rehberde, bir tüm dünyada aktivistlerin karşılaştığı zorlukların fiziksel ve mental olarak yıpratıcı olabildiğinin altını çiziliyor:
“Hareketimize, aktivizmimize meydan okuyanlar, çalışmalarımızın derin kişisel doğasının tamamen farkındadır ve bu nedenle, bizi en çok inciten, en kişisel yollarla bizlere saldırırlar. Bedenlerimizi, yaşamlarımızı, sevdiklerimizi ve değer verdiğimiz her şeyi tehdit ederler. Onurumuzu ve bütünlüğümüzü hedef alarak bizi ailemizden ve topluluktan uzaklaştırmaya; kendimizden ve ruhumuzdan acımasızca ayırmaya çalışırlar. Bir kere dağıldığımızda, öfkeli ve kırgın olduğumuzda, kendimize zarar vermeye ve çevremizdekilere saldırmaya başlarız. Bizi hem kendimize, hem de çevremize zararlı bir tehdit haline getirirler.”
Kadın mücadelesine emek veren aktivistlere, “kendini gözetmek şımarıklık değildir” diye de hatırlatıyor Womenkind’ın rehberi. Topluluğun gönüllülerinden Hannah Coombes, yayınladığı “Öz Bakım: Feminist, Politik, Radikal” başlıklı yazısında şöyle detaylandırıyor:
“Feminist bakışla öz bakım, kadın emeğinin küçük ödüllerle sürekli olarak sömürüldüğü ve bazı kimliklerin düşmanca görüldüğü bir dünyada; kadınların zihinsel, fiziksel ve duygusal iyiliğini korumak ve sürdürmekle ilgilidir. Bu nedenle kendine iyi bakmak, cinsiyet, ırk, sınıf, cinsellik vb. temelinde ayrımcılık yapan sistemlerde çalışmak zorunda kalan kadınlar ve diğer marjinal gruplar için özellikle önemlidir.”
Coombes’in yazıda alıntıladığı Audre Lorde de, "Kendine bakmak, kendini beğenmişlik değildir, kendini korumadır; dolayısıyla siyasi bir savaş eylemidir" diyor.
Kendine iyi bakmanın, düzenli olarak kendine bakım vermenin böylece sadece kişisel değil, aynı zamanda toplumsal bir hareket olabileceğine varıyoruz buradan.
Suçluluğun politikası
Şubat ayında yaşanan depremler sonrası karşılaştığımız büyük yıkım, bu ülkede yaşayan herkesi sarstı. Büyük şehirlerde evlerimizde oturup yediğimiz sıcak yemeklerden suçluluk duyduk hepimiz, uykularımız kaçtı.
Belki bu tür bir vicdani suçluluktan, belki de başka türlü zaten hak etmiyor olduğumuza inandığımızdan; bir şekilde bilincimizin gerisinde, bizi daha sağlıklı, daha canlı olmak için çaba harcamaktan alıkoyan gizli sebepler bulunuyor olabilir. Bunları keşfetmek ve gerekiyorsa def etmek, hem sağlığımızı geri kazanmamız için, hem de kendi değerimizi keşfetmemiz için önemli.
Sistem kendine iyi bakan, neşeli, güçlü, refahı yerinde kadınları teşvik ederken, aynı zamanda sürekli dayatılan suçluluk duygusuyla da sınırlıyor. Feministlerin bakımsız kadınlar olmasıyla ilgili şakalar kadar, bakımlı kadınların anneliğinin sorgulandığı kültür de bize gerekli ipuçlarını veriyor.
Bu yüzden biz kadınlara, bakımlı olmak ve kendi iyiliğimizi gözetmekle ilgili alışkanlıklarımızı, tavrımızı ve inançlarımızı sorgulamak düşüyor. En azından bu inançların gerçekten de bize ait olup olmadığını anlamak bile, gücümüzü artıracak bir dizi yeni keşfin ilk adımı olabilir. İster bu tuhaf dünyada hayatta kalmak için, ister tuhaf sistemleri kökten değiştirecek mücadeleye emek vermek için olsun, kendimize iyi bakmak, öz bakım için gündelik ve pratik yollar keşfetmek ve bunu yaparken de sorgulamayı sürdürmek zorundayız.
YORUMLAR