Pandemide şefkatli ebeveynlik

-

Saat beşte havanın karardığı bir günde, pandeminin ikinci etabındayız. Benim ilkbaharda tutunduğum dal hep çay oldu. Dedim ki, hayata hiç hükmüm geçmiyor ama çaya geçiyor. Çayın kontrolü bende. İstersem günde üç kere demlerim, istersem içine limon atarım, tarçın atarım, bergamutunu fazla koyarım yanına bisküvi yerim ve böyle “bir sonraki çayı düşünelim” diye mini bir sloganla geçirmiştim ilkbaharı. Bir tur daha böyle yapmam gerektiğini o zaman bu kadar hakikatle idrak etmemiştim. Şimdi ikinci çay turunda yine yalnız çaya hükmümüz geçer frekansında insanlık hali sohbetlerindeyiz. Bugün Uzman Psikolog Iraz Toros Suman ile birlikteyiz. Iraz çocuklarla çalışıyor çok uzun zamandır. Hoş geldin Iraz. Sen ne haldesin, neye tutunuyorsun? Çayın, kahven, dalın, umudun nedir?


Iraz: Ben Iraz çocuklarla çalışıyorum 17 yıldır ve bir anaokulum var. Evde iki tane çocuğum, bir de terapi ofisim var.


Pandemi hallerine gelince bir hocamın çok güzel bir tarifi var: “Hepimiz ip cambazıyız diyor. Elimizde bir çubukla ipin üstünde yürüyoruz.” Hayat da öyle bir şey. Bazen öyle bazen öyle bir uca çok gittiğimizde düşmek kaçınılmaz ya. Tercihte düşmekte var ya düşmek istemiyorsan o düşmek iyi gelmez ya ben o çubukla denge arayışındayım bu aralar. Benim için böyle gidiyor senin için nasıl gidiyor?


Damla: Şükürle küfür arasında diyorum. Bir gün hayata, küçük şeylere şükrederken diğer gün darlanıp hepsine küfür ediyorum. Günlük pratiklerin çok faydasını görüyorum. Yani çok darlandığımda sessizliğe oturmak ya da o gün kendimi iyi hissetmiyorsam küçük bakım araları yaratmak. Bir gün ekstradan uyumak ya da çiçeklerle ilgilenmek, uzun bir banyo yapmak gibi.


Iraz: Bu sessizliğe oturmak kısmı özellikle ilgimi çekti bir sorabilir miyim azıcık anlatır mısın o sessizliğe oturmayı?

Damla: Benim ciddi bir meditasyon pratiğim var artık benim üç senedir. O bana çok iyi geliyor yani nefesi bir rahatlama aleti olarak kullanmayı öğrendim ve ne zaman böyle içim içime sığmasa ve böyle artık yırtacağım kendimi, sıkıldım darlandım, atayım buralardan desem “hah” diyorum “şimdi atmayacaksın oturacaksın.” Birazcık ilk başta akmıyor, takılıyor burada kalıyor alamıyorum sonra yavaş yavaş nefes kendi yolunu buluyor. Ve eğer bunu 15-20 dakika sürdürebilirsem yumuşamış olarak çıkabiliyorum onun içinden. Nefes bedava, sadece bana ait ve kontrolü tamamen bende.

Online eğitime çare pandemi ritmi yaratmak


Sanırım pandemi ile ilgili beni en çok zorlayan konulardan biri oğlum Uzay’la ilgili. Endişelerim, kaygılarım, yetersizlik hislerim, çaresizliğe kadar varabiliyor ve bazen de kızgınlığa dönüyor. Online eğitim beni her gün yeniden üzüyor. Sadece bu da değil tabi şimdi mesela 9’dan 2.30’a kadar okul. Sonra “Anne biraz arkadaşlarımla oynayayım” diyor oda bilgisayarın içinde. Sonra “Ailece oturup hadi bir şey izleyelim” diyor oğlum. Yani günde neredeyse 8-9 saatini iki boyutlu bir hayatın içinde geçiriyor ve bu benim kalbimi acıtıyor. Bugün sana danışmak istediğim konulardan biri de bu haliyle.

İki boyutlu hayatla üç boyutlu hayatı nasıl dengeleyeceğiz? Biz bu çocukların ilk senelerinde ekran saati kısıtlı olacak, işte buna kaptırmayacağız diyerek bunun üzerine ebeveynlik kurduk. Şimdi tersten gelip de okulu bunun içine sokup mecburiyete dönünce benim bütün içsel yapım ters yüz oluyor yamuluyorum. Bununa nasıl baş edeceğim söyler misin bana? Senin yolun var mı?


Iraz: Tahminlerim ve denemelerim var. Çok benzer durumdayız. Bence o iki boyutlu hayata müdahale şart. Çünkü çocuklar yetişkinler hepimiz bedenlerimizi de hissetmeliyiz yani. Bütün hissetmek için bedensel duyumlara ihtiyacımız var ve bunlar bütün gün oturunca gelemiyorlar. Çünkü hipnotize oluyorlar ekranda gördükleri şeyle. Ben ekran saatinin süreli ve kısıtlı olduğunu anlatmayacağım bugün bu zaten artık bilinen bir şey. Ama yerine ne koyacağıza bakalım bence.

Ders online, akran online sonra da film de online böyle olmasın. Bizim yerine ne koyacağımızla ilgili iyi bir planımızın olması lazım. Bunun için de bir pandemi ritmi oluşturmamız lazım buna çok inanıyorum. Evet çünkü dağıldık. Mart’tan bu yana defalarca kere ritmimiz bozuldu. Bunun içinde yaşamaya çalışıyoruz. Çocuklar bizden iyi uyum sağlıyorlar aslında bizim ruhumuz iyiyse, özgürse onlarlaysak mevcutsak bize bakarak “okey her şey yolunda” deyip dönebiliyorlar. Ama onların döndüğü yer ekran olmasın diyorsak biz oturup bir ritim çalışmalıyız.

O ritmin içine niyetlerimizi koymalıyız. Ben insan için (sadece çocuk diye de sınırlamayacağım) sağlıklı bir ritmin içinde olması gereken şeyler var: biri hareket. Formu ve formatı ne olursa olsun. Biri sanat, formu ve formatı ne olursa olsun. Serbest zaman, sıkılma zamanı, oynama zamanı, durma zamanı, sessizlik zamanı neyse içine bir şeyin yerleştirilmediği bir serbest zaman. Bir de yaş kaç olursa olsun oyun. Nasıl bir oyun olacağı yaştan yaş değişir.

“Yeter artık çok fazla baktın ekrana” demek yerine “Böyle bir planım var hadi gel birlikte” demek daha anlamlı. Çünkü çocuklarda bilmiyorlar. Kapat ekranı peki kapattım şimdi ne? Oraya bence bir emek koymamız gerekiyor yeniden bir ritim oluşturmamız gerekiyor. O planlar da değişebilir çocuğun ihtiyaçlarına göre evrilebilir. Bu kadar ekrana bakmasınlar mı? Evet bakmasınlar. Bunluna ilgili kötü hissediyor olman normal mi? Normal. O zaman hadi yerine bir şey koymak. Yoksa gerecekten biraz söylenmede kalıyoruz.


Damla: Ritim çok güzel bir ipucu bana kalırsa. Ben şöyle diyordum: 2 boyut süresi kadar 3 boyut. Yani bu birlikte poğaça yapmak da olabilir, bitkilere bakmak da. Yine de hem benim içimdeki suçluluk tam olarak gitmiyor. Ve görüyorum ki Uzay’ı ekran başından almak gittikçe zorlaşıyor. Şehir yaşamıyla sınandığımı hissediyorum… Bütün gün sandalyede oturdu kalkmadı, postürü bozulacak falan filan gibi kaygılarla boğuşuyorum.


Seçtiğimiz ve İçine Fırlatıldığımız Yaşantılar


Iraz: Bence çok hazırlıksız yakalandık. Mart ayında okullar ilk kapandı ya ara tatile bir hafta daha eklenecek ve biz döneceğiz hayatlarımıza zannettim. Sonra dönmedik, sonra dönmedik, sonra dönmedik ve mesela sen de başlarken dedin ya bu ikincinin böyle bir şey olacağını beklemiyordum diye, her seferinde fark ediyorum ki ben bunun hiçbirine hazır değilim ve beklemiyorum. Çünkü konunun benimle hiç ilgisi yok. Hayatımda ilk defa gerçekten hiç kontrol edemeyeceğim bir şeyin içindeyim. Hiçbir yerini hiçbir tarafını kontrol edemem. Ve kontrol edemeyeceğim bir şeyle ilgilide kendimi neyle suçlayabilirim. Yani bu senin söylediklerin işte postürü bozulur mu hepsinin bir şifası var sende biliyorsun. Hepsinin bir çaresi var. Bence önce bir pandeminin sorumluluğunu almaktan vazgeçerek başlayabiliriz. Biz yapmadık bu oldu. Bu varoluşçu psikoterapinin bak çok güzel bir tabiri var sende seversin bunu, “seçtiklerimiz ve içine fırlatıldıklarımız”.

Biz bu pandeminin içine fırlatıldık. Yani birimizin yüzü bir yere yapışt,ı birimizin gövdesi birimizin ruhu yapıştı biz fırlatıldık bunun içine. Dolayışıyla şunu söyleyeceğim ki hiç suçlu hissedemeyeceğim. Çünkü ben yapmadım. Oldu. Geçen sene bu zamanlar bana Iraz sen seanslarının %80’ni online yapacaksın deseydin sanırım bir süre gülmekten sana cevap veremezdim. Ve şu anda seanslarımın %80’nini online yapıyorum. Çünkü bunun içine fırlatıldım seçmedim. O yüzden bu keşkeleri, ahları, keşke ve ah demeye de hakkım var da üzerime almamayı seçiyorum. Damla yani ben yapmadım, o çocuğu o sandalyeye ben yapıştırmadım, o insanı ben yapıştırmadım çok üzgünüm çocuğum için ayrıca kendim içinde çok üzgünüm bütün rutinlerimi kaybettim.

Damla: Ah, hepimizin hali bu şimdi. Peki sinirleniyor musun dünyadaki örneklere bakınca. Bizde geri kalan hayattan minimum ama çocuklardan hemencecik fedakârlık etmiş olmak seni de öfkelendiriyor mu?


Iraz: Çok öfkeleniyorum. Yurt dışında yaşayan arkadaşlarımla her konuştuğumda (ki gün geçtikçe sayıları artıyor göçenlerin) ve onların hayatlarının çocukları açısından nerdeyse hiç değişmeden nasıl devam ettiğini her duyduğumda, çocukların halan spor yapabildiğini, hala okula gidebildiklerini, hala oyun oynayabildiklerini dışarıda özgürce her duyduğumda benim çocuğumun nesi eksik, diye düşünüyorum. Coğrafya kaderindir yavrum mu diyeceğim onlara? Talihsizlik deyip geçecek miyim?

Yani ne olursa olsun çocukların ihtiyaçları önceliklendirilmeliydi. Çünkü en temel görevlerimizden biri bu. Çocuklarımıza iyi bakmak yani sadece kendi çocuğum değil senin çocuğun dünya çocukları hepsi ve bana böyle biraz onlara iyi bakma merkezinden niyetinden çıkıyor muyuz zaman zaman sorusu aklıma düşüyor.

Önceliğimiz Çocuk Değilse Nedir?

Damla: Çocuk değilse önceliğimiz o zaman ne bizim toplum olarak önceliğimiz? Bence herkesin zaman zaman sorması gereken ve hatta daha çok yüksek sesle sorulması gereken de bir soru.


Iraz: Kesinlikle öyle. Avm’ye gitmeyebiliriz gerçekten ya. Kuaföre de gitmeyebilirim mesela bir süre. Ve gerçekten bütün alışverişimi de online yapabilirim. Ama çocuğumla ilgili kontrol edemediğim ve tek başıma karar verip yapamayacağım bir sürü şey var şu anda bizim adımıza karar verilen. Buraya içerliyorum üzülüyorum, üzüntüm öfkeye dönüşüyor, öfkem çaresizliğe dönüşüyor bak burada çok duygu geçişi yaşıyorum yani. Burada gerçekten zorlanıyorum.


Damla: Üstüne üstlük bu fırsat eşitsizliği daha dezavantajlı çocukların daha da dezavantajlı olmasına yol açıyor. İnternet çekmeyen köyler ya da bir evde bir telefon var beş çocuk var. Bilmiyorum bunların yaralarını sarmak için büyük gayretler etmemiz gerekecek ve nasıl olacak bilmiyorum. Şimdiden düşünmemiz gerek bunları.


Iraz: Konu sadece Eba da değil yani bu ülkede çocuk gelinler var, çocuk istismarı var. Yani çok karanlık başlıklarımız var. Sadece bu ülkede yok bu arada bütün dünyada var ama okul çocukların ikame ebeveynidir. Yani çocuğu okula verdiğinde artık orada bakılıyordur o. Okul çocuğun anasıdır babasıdır değil ama ikamesidir birkaç saatliğine. Ve bazı çocuklar ikameye tutunarak hayatta kalabiliyorlar duygusal olarak ruhsal olarak şimdi o tutundukları ikameleri yok çocukların. Ve ekranla o ikame ilişkisi kurulmaz, kuruldu hadi diyelim çok canlı ve çok arzulu istekli bir öğretmen var çocuklarına ulaşmakla ilgili ama dediğin gibi bir telefon beş çocuk. Çok acı çok çok çok acı ne yaparız nasıl yaparız bilmiyorum. Ama böyle biraz aklımız çalışıyorsa biraz kalbimiz bu konuyla ilgili atıyorsa bir şey yapmamız gerekir. Bugün yapamıyorsak yarın.


Damla: Bir de şeyler var ebeveynin evde çalışması da garip bir durum oldu değil mi? Yani bu her şeyin ekranda ve her şeyin evde oluşu da ebeveynliği biraz sanki zorlaştırdı gibi sen bu konuda nasıl gözlemlerin, ferahlamak için neler yapabiliriz?


Iraz: Bence bunun her yaş için cevabı çok farklı. Okul öncesi çocuk gerçek işle meşgul olmayan bir yetişkini rahat bırakmaz. Çocuklar için ekranla yaşanan meşguliyet gerçek bir şey değil. Yani annesi ya da babası yemek yapıyorken bırakır ama telefona ya da bilgisayara bakarken bırakmaz. Çünkü bir devinim yok orada ve çocuk der ki “Tamam gel gel benle ol”. Tabi orada ne var ne yok anlamaz ki okul öncesinden bahsediyorum anlamaz ki.

İlköğretimin ilk seneleri bundan bir tık daha iyidir ama çocuğun dürtüleri hala çok kontrol altında olmadığı için oda gel gel gel yapabilir.

Ergenliğe geçelim, ergenlikte de bu çocuklar çok kendi halinde kaldılar. Yani tamam ergenim bir miktar izolasyona, yalnızlığa, kendine dönmeye ihtiyacı da hakkı da vardır. Benim bir çocuğum da ergenliğin başında. Onunla da kesiştiğimiz bir yer olmalı, hani bir alanı birlikte paylaşmalıyız ve ben ebeveyn olarak hala tutmalıyım alanı. Ama ekranda mı çalışacağım alan mı tutacağım yani. Bunların mümkün olmadığı ve büyük sıkıntıların yaşandığı bir sürü ev olduğunu biliyorum.

Biz nasıl nefes alıp nefes vermeden yaşayamazsak yani hep alamayız hem veremeyiz çocuklar da hep alamazlar hep veremezler. Ebeveynle çocuğun günlük ritmi arasında bir alma verme dengesi kurulmalı. Yani ebeveynde biraz ekran başındaysa kalktığında çocuğuna yönelip orada bir vermeli çünkü yetişkin verirken çocuk da alıyor aynı zamanda.

Bunun bir reçetesi yok anlayabilen çocuğa anlatmak, anlamayan çocukla oynamak, oyunlaştırmak geçsin dilemek bir de belki kaynaklara dönmek ama şimdi kaynaklara dönmek de artık çok değişti başlık olarak. Çünkü dönecek kaynaklarımıza da virüs bulaştırabiliriz ya da virüs alabiliriz. Bir de böyle bir gerçeğimiz var. İçine fırlatıldık deyip biraz burada duracağız galiba Damla zorlana zorlana, söylene söylene, gene birbirimize temas etmeye hissetmeye çalışarak. Sen ne güzel yazdın geçen gün dayanışma dedin ya yani belki ben ekran karşısında çalışırken sürekli istekli olan çocuğumu taleplerini karşılayamadığım zaman çocuğumu sakinleştirmenin bir yolunu bulamayacağım belki ama akşam seni bir arayacağım sen beni bir dinleyeceksin, bir kavrayacaksın, bir kapsayacaksın ben bir rahatlayacağım ertesi gün benim içinde daha kolay geçecek çocuğum için de daha kolay geçecek. Kaynak belki buralara bakacağız ama bir reçetesi yok sanki zorlanıyoruz ve zorlanacağız gibi.

Hem çocukların hem bizim hareket etmemiz gerekiyor. Bu çok önemli. Ben mesela ne kadar kötü hissedersem hissedeyim yarım saatlik bir yürüyüşün iyi gelmediği tek bir tecrübem yok. Çok acayip bir şeyin içindeyiz, bütün dünya çok acayip bir şeyin içinde. Böyle bir kaygının içindeyken iyiymiş gibi yapmak ya da iyi olmak zorunda hissetmekten bahsetmiyorum. Bir şey oluyor bana da iyi gelmiyor ve bunun bir sorumluluğunu alayım ben de insan ister istemez peki ne yapabilirim diyor. Tıpkı senin nefes örneğindeki gibi çok ekonomik gerçekten bir hareket, bir devinim şart. Bizim için de şart biz yetişkinler bir şekilde zaten sorumluluklarımız sebebiyle çocuklardan daha hareketliyiz ama bütün gün ekran karşısında oturmuş bir çocuğu hareket ettirmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor.


Damla: Yediklerine, uykuna dikkat etmek ve hareketi hayatına bir şekilde entegre etmek o ritmin içine katmak şimdilik elimizin değdiği ve kontrol edebildiğimiz alanlar olarak iyileşme yolları olarak kullanılmalı. Mecbur başka yolu yok.


Oyuna davet


Iraz: Çocuklara bunu bildirmektense davet etmemiz ve bunun için bir ortam hazırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bunu bildirdiğinizde hem tepki geliyor hem de söylenmiş oluyoruz. Bir işe de yaramıyor kendi sesimiz bize yankılanıyor, ona uğultu şeklinde gidiyor ve geri dönüyor çünkü zaten o başka bir dünyada başka bir şeyin içinde. Bildirme değil de eyleme dökme sorumluluğu gibi düşünürsek bunu bence daha iyi olur.

Yani benim birinci sınıfa giden çocuğuma çok oturdun hadi biraz kalksan mı acaba bilgisayarın başından demek yerine, demem yerine hadi saklambaç ilk kim saklanıyor demem arasında bence çok ciddi bir fark var. “Dışarı çıkmak ister misin, bugün çok hareketsizdin” dememle “biz şimdi senle anne tavşan çocuk tavşanmışız ve bakkala doğru zıplaya zıplaya gidip oradan havuçlarımızı alacakmışız” demem arasındaki farkı hissediyorsun değil mi?


Damla: Yani bir çocuk nasıl oyuna daveti reddedebilir. Ötekinde böyle yanlışı düzeltmeye çalışmak gibi bir tonda, ilki düzeltilmeyi öteki oyuna davet, bir eğlence var onun içinde bir cazip bir şey var sanki değil mi?


Iraz: Kesinlikle öyle hayat var, neşe var birde yani şu da bir gerçek yetişkine de iyi gelen bir şey var. Şimdi bizim kuşak çok da bayılmıyoruz oyun oynamaya çocuklarla. Sebebi de çok açık yani 80’ler 90’lar 70’ler belki bizle pek oynanmamış yani büyük memleket meseleleri varmış biz de bilmiyoruz içeride yok bu bilgi. Ben kendime de danışanlarıma da hep şunu hatırlatıyorum içerde ne varsa onu koy sofraya. Laf değil illa böyle çok sofistike çok harika çok muhteşem bir şey olmak zorunda değil benim ki tavşan olmak mesela. Ve kabul yani çünkü sanırım pandemiyle birlikte hepimiz ilişkiye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu da fark ettik. Koşarken fark etmiyorduk durunca bi mesela ben yakın çevremden şunu çok duyuyorum “Ay bir durdum kimse yok.” Çünkü duramayınca insan bakamıyor ki sağına soluna önüne arkasına bunu da çok duydum. Koşturmaktan insanlar ooo birileri geride kalmış birileri önden fırlamış ilişki ilişki ilişki aslında özetle. Çocukla ilişki, kendimizle ilişki ve illa nasıl şifalı olacak nasıl geçecek diyorsak da ilişki artı ritim.

Damla: İlişki, ritim, sütlaç. Bu sohbetlere artık çok ihtiyaç var. Herkes bilmeli ki kimse kovuğunda tek başına değil. Herkes kovuklarında ama biz enerjetik alanda bir aradayız ve kimse bir derdi tek başına taşımıyor. Birinin bir derdi varsa en az bin kişinin daha aynı dertten var. Bunu hatırlamak söylemek ifade etmek paylaşmak çok önemli ya.


Iraz: Çook. Anlatmayınca da insan bilemiyor değil mi? Başkalarının da aynı dertten muzdarip olduğunu.


Damla: Yani o kadar çok insan mesela çocuklarla sadece kendisi zorlanıyor zannediyor olur mu? Ya da işte ilişki arkadaşlarıyla yürütememekten kaynağa uzaklıktan, doğa eksikliğinden, türlü türlü şeyden. Sizde bir dert varsa bu bir insanlık derdi bunu bilmek lazım.


Iraz: Sence büyük şehirlerdeki bu yalnızlığın, bu ilişkisizliğin bizden bağımsız benim ne yaptığım ve ne yapmadığımdan bağımsız şehrin sorumluluğunda olan bir kısmı da var mı? Yani birazında da İstanbul sorumlu mu sence benden hariç?


Damla: Hem de nasıl. Yaşam mekânlarımızın nasıl tasarlandığı bizim hayatı nasıl yaşadığımızı belirlemiyor mu? Bayağı belirliyor gibi geliyor bana yani sen bir alana tamamen apartman yapmayı da seçebilirsin iki apartmanda bir bir rekreasyon alanı da yapabilirsin. Ne bileyim buz pateni de kayılabilir orada, mahallenin yüzme havuzu da olabilir. Hiçbir şey yoksa ağaçları kesmezsin altında iki tane bank kalır insanlar orada toplaşırlar. Şehirde yaşamanın bu kadar çok bedeli olmayadabilirdi. Yani insana göre planlanmış bir tasarımla bu kadar çok ve de insan hem şehirde yaşayıp hem de belli bir oranda doğaya erişimi de ortak alanlara erişimi de çok yüksek olabilirdi. Fakat bunun için insana göre bir tasarım anlayışı gerekirdi sanırım ki onu çok fena es geçmişiz yani çok.


Iraz: Çok çok bu konuyla ilgili şehir planlamacılarının şu senle benim kurduğumuz en basit en yalın cümleleri bile kurmayı atlamış olabileceklerini düşünüyorum. İşte burada da konu dönüyor sisteme gidiyor sonra o sistemin içindeki sorumluluğumuza gidiyor bir sürü yere gidiyor. Sonra da diyorum ki herkes evinin önünü bir süpürse sen bir bak bakalım evinin önüyle ilişkin nasıl, içinle ilişkin nasıl.

Peki, bir şey daha soracağım sana. Birazda insanın evi de kendi içindedir ya aslında ya da öyle olmasını diliyorum belki de herkes için. Ya da bu cümleyle herkesi bir oraya içlerindeki eve davet ediyorum. O içindeki eve gitmiyor musun nereye gidersen?


Damla: Ya bedeninde rahat edebiliyorsan ve içini yuva yapabilmişsen gidersin tabi ne güzel çok da güzel olur.


Iraz: Yapamadıysan gitmen neyi değiştirecek?


Damla: O zaman değişmez hiçbir yerde huzur yok. Nereye gitsen olmayacak Bazı şeyler dış koşullarla daha az ilgili bazı şeylerse dış koşullar tarafından sessizce yönlendiriliyor. Yani bu da denge meselesi tabi kî denge. Ve yine sorumluluk. Kontrol edebildiğim yerlerde. Dedim ya kontrol edemiyorum, işte aşıyı ben bulamıyorum, sokakları açamıyorum basit şeylerle işte günde yarım saat çocuğumu yürüyüşe çıkarmak atlamadan temiz havayı almalı bunu kontrol edebildiğim şeyden yürüyerek.

Çünkü artık yine gözümüze sokuldu ki biz önümüzdeki hafta ne olacağını bilmiyoruz biz. Hayatın kontrol edebildiğimiz kısımları çok kısıtlı. Oğlum on sene sonra nasıl bir gelecekte yaşayacak bilmiyorum. Dolayısıyla bilmediğim yere ben onu akademik bilgilerle hazırlamaya çalışabilir miyim? Bu mantıklı mı?

Orada çok mühim bir yer var bana kalırsa. Kendime bulduğum çözümle aynı -Bedeninde rahat etmeyi bu çocuk bilecek mi, stresli olduğunda regüle etmeyi, bakım vermeyi bilecek mi? Kendisiyle ve etrafıyla ilişkisinde hakiki bir yerden yürümeyi öğretebilecek miyim ona? Ya da kalbinin sesini duymayı öğrenecek mi? Bunları önemsemeye başladım ben. Yani yok gitarda çalsın Japonca da konuşsun, kodlamada yapsın değil de.


Iraz: Benim çok dikkat ettiğim şeylerden biri de zanaat. Elleri iş görebilecek mi? Söküğünü dikebilecek mi? İki yumurtayı çırpabilecek mi onun üstüne bir şey koyabilecek mi? Çok temel aslında ya ne kadar basit değil mi. Mesela oyun terapisinde iyi gelen oyunlar en basit oyunlar. Hayatı güzel yaşamamızı sağlayan beceriler en basit en temel beceriler.


Damla: Tabi önceliklerimiz böyle sarsıldı ve baştan yazılmak istiyorlar öyle değil mi?


Iraz: Aynen öyle. Buradan da yeni ve daha işlevsel daha iç huzuruna götüren listelerle çıkabiliriz aslında. Bu da bizim çok elimizde. Ben aslında ne istiyorum? Ben aslında kimim? Benim yolum aslında ne olsa ben daha mutlu ve daha bütün hissettiğim bir yaşam sürerim? Çok çok güzel sorular bunlar.


Damla: Çok. Her musibetin içinde bir nimet alanı var. Bakmayı durmayı bildiğinde sorular sormak için çok doğru bir zaman ve ne zaman bir şeyler yıkılıyor olsa bir yerlerde bir şeyler yapılıyordur. Bir yerde duydum bir hoca anlatıyordu çok hoşuma gitti: Kaos diyor dünyanın düzenidir aslında. Sen bir elmayı alıp ısırdığında o elmanın bütünlüğünü tehdit ettin ve bir kaos yarattın orada. Ama o girdi senin içine sana besin oldu ve başka bir düzeni besledi falan gibi çok basit ve enteresan.


aşk ile


d.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.