Normal doğum ama nasıl?
Türkiye OECD ülkeleri arasında sezaryen oranı en yüksek olan ülke. Gerçekleşen her 100 doğumdan 53.5'i sezaryen ile yapılıyor. Sağlık Bakanlığı bu sorunun farkında ve çeşitli önlemler alarak normal doğumu teşvik etmeye çalışıyor. Yakın zamanda 4 adımdan oluşan yeni bir teşvik paketiyle tekrar düğmeye bastı. Öngörülen teşvikler devletin hastanelere ödediği ücretleri, kurulması planlanan gebe okullarını ve kadın doğum asistanlarının takibini kapsıyor.
Sezaryen doğum son yıllarda giderek yükselen bir ivme içinde olduğu için bu konularda daha önce sık sık yazdım 2012 yılında sezaryene yasak getirilmesi söz konusu olduğunda şöyle bir yazı yazmıştım:
**
Normal doğumu normalleştirmek
Çok ciddi bir yanlış anlamanın içindeyiz... Tamamen, külliyen yanlış bir doğum algısının içinde... Doğumu medikalleşmekten kurtarmak zorunda olduğumuz kesin ama bunun yolu sezaryeni yasaklamaktan geçmiyor. Normal doğumu normalleştirmek zorundayız!
Her yeni günde haberlerde yer alan korkunç doğum hikâyelerinden sonra “Bu memleketin kadınları neden normal doğum yapamıyor?” diye konuşulmasın artık. Normal doğum adı altında yapılan işkencelere bir son verilmediği sürece kim doğurmak ister?
Doğumun kadının kontrolünden çıkması ve teknoloji odaklı, doktor odaklı, hastane odaklı bir hale dönüşmesi kadınların normal doğumdan korkmasının asıl kaynağı. Doğum teknolojilerine olan inanç öyle büyüdü ki kadının kendine inancı bunlar büyüdükçe küçüldü. Daha pasif, daha çekingen hatta görünmez olmak zorunda kaldı... Oysaki tek ihtiyacı korunaklı, mahrem bir ortam, destek olan sevdikleri ve kendi haline bırakılmak...
Doğumda mahremiyet
Doğum en az sevişmek kadar mahrem, bir o kadar hassas bir olay. Nasıl sevişirken etrafımızda insanlar istemiyor, birileri bize “Uyuşturalım öyle yap” ya da “Biz üstten basalım sen şöyle yap” demiyorsa doğum da böyle olmalı... Kadınların karnına bastırmaktan, serum takmaktan, masalara bağlamaktan vazgeçilmeli...
Bütün memeliler yavrularını dünyaya getireceklerinde kendi başlarına bir kenara, kuytuya çekilirler. Etrafta bir yabancı ya da stresli bir ortam sezdiklerinde doğumları ya yavaşlar ya da tamamen durur çünkü stres ve korku adrenalin demektir. Adrenalinse “Kaç ya da dövüş” emri veren hormon... Ve hiçbir yaratık bir yandan kaçarken bir yandan doğuramaz... Adrenalin aynı zamanda doğumun asıl hormonu oksitosin ve endorfini baskılar...
Uzun lafın kısası annenin doğurabilmesi için oksitosine, oksitosinin salgılanabilmesi için rahat ve güvenli hisseden anneye ihtiyaç var. Bu yazıyı okuyanlara soruyorum: Spot ışıklı hastane odasında bir masaya bağlanmış yatarken, çevrenizdeki tıbbi personel sanki yetişmeniz gereken bir randevu varmış gibi dakika tutarken ve kimse sizi yüreklendirmezken kendinizi rahat hissedebilir misiniz?
Çıkış yolu
Birkaç kuşaktır doğuma yapılan müdahaleler inanılmaz derecede arttı (Suni sancı, epizyotomi, vakum, forseps, karından baskı, su kesesinin açılması, NST). Bu müdahaleler kontrolü kadından alıyor ve doktora veriyor. Oysaki doğum doktorun işi değil. Doğum doktorun değil kadının işidir... Doktor iki gün süren bir doğumda (evet doğumlar 2 gün ya da daha fazla sürebilir) orada hazır bulunmaz, bunu yapacak olan kişi ebedir.
Ebeleri doğuma geri verirsek normal doğum normalleşebilir. İnsan yavrusunun illa ki hastanede doğacağı inanışı da doğumun tabiatını değiştiren bir yanılgı... Risksiz gebeliklerde evde doğum yapılması, gereksiz tıbbi müdahaleyi önlemesi ve süreci hızlandırması açısından özendirilebilir. İstediği gibi hareket edebilen, yiyip içebilen, istediği kişiden kesintisiz destek alabilen bir kadının doğum sancılarıyla başa çıkması çok daha kolay olacaktır...
Ayrıca kadın kendini rahat hissettiği ortamda, özgürce doğurabilirse normal doğum normalleşebilir... Bunlar olmadığı müddetçe doğumun medikal bir korku filmi olarak algılanmaya devam edileceği aşikâr... Öyle değil mi?
**
Öneriler
Yukarıdaki yazıda genellikle ortama, müdahalelere ve mahremiyete vurgu yapmıştım. Şimdi konuya başka birkaç küçük ekleme ve öneride bulunmak istiyorum.
* Kadın doğum uzmanı adaylarına doğumun normal yollarla yapıldığı ülkelerde staj veya gözlem olanağı sunulsun. Bir doktor eğitimi boyunca yeterli sayıda normal doğum görmediyse, böyle bir kültürün içinde eğitilmediyse bu konuda yetkin olması ondan beklenemez. Hollanda gibi, Meksika ya da İsveç gibi sezaryen oranlarının bir hayli düşük, sistemin kadına inancının tam olduğu ülkelere gidip deneyim kazansınlar. Hastanelere teşvik primi vermekten çok daha uzun vadeli bir çözüm olacağına inanıyorum.
* Doktorların üzerindeki malpraktis baskısına bir çözüm bulunsun. Normal doğumda gerçekleşebilecek herhangi bir komplikasyon sonucunda doktorun mesleğini tehlikeye atan bu davalarda bilir kişi heyetleri oluşturulabilir. Herhangi bir hatanın cezasını hemen doktora kesmezsek eğer doktorlar da normal doğuma yönelme konusunda kendilerini çok daha iyi motive edebilirler.
* Bu ülkede doğuma inanan, bu konuda kitaplar yazmış, ciddi vizyona sahip kadın doğum uzmanları var... Onlardan danışmanlık alınsın.
*Frederick Leboyer, Michel Odent, Grantly- Dick Read gibi yazarların doğum üzerine yazılmış şahane kitapları var. Maalesef çoğunun Türkçeye tercümesi yok. Bu kitapların çevrilmesi ve kaynak olarak sunulması mantıklı olur.
* Doğuma sadece medikal bir olay, kadınları ilgilendiren bir konu olarak değil sosyolojik bir fenomen olarak yaklaşmanın da faydası olacağına inanıyorum.
Asıl mesele, doğum gibi bir konuya ekonomik değil insan faktörü açısından yaklaşmak olmalı bana kalırsa. Ekonomik önlemler bütün bu temel oluşturulduktan sonra üzerine kreması olarak eklenebilir elbette...
YORUMLAR