Zorunluluk halleri
"HT Hayat için yazı yazmalıyım" derken yakaladım kendimi. Halbuki en sevdiğim eylem, yazarak düşünmek. Yazmak benim için bir zorunluluk değil. Üstelik yazdıklarımı okuyan kişiler var biliyorum, verdikleri geri bildirimlerden.
O zaman nereden çıktı bu “HT Hayat için yazı yazmalıyım.” cümlesi diye sordum içimdeki sese.
Baktım durmuyor, vıdı vıdı vıdı vıdı konuşuyor. “Yazmalısın tabi, önünde yoğun bir program var. Yazıyı yetiştirmen lazım!” diyor. Tam bu esnada, “Zaman var daha, sıkma kendini” diyen bir ses daha duydum birden, bu “lazım” kelimesine cevap veren.
Derken bir gülümseme aldı içimi. En sevdiğim iki iç sesim, birbirini ağırlayacak şimdi. Çatışmaya tutuşmasalar bari. Bu iş seslerden biri ‘-meli -malı’lar, ‘lazım’lar, ‘gereklilik’lerle beni darlarken, diğeri ve güya daha entelektüel olanı beni sakinleştirecek ya “Yavaş ol, zaman var” tavsiyelerini havada uçuşturdu. Bu iki sesi böyle izlemek ve cümleleri uçuşurken yakalamak epey eğlenceli geldi bana.
Onları bir kenara davet edip oturdum klavyemin başına. Ekran karşımda, içimdeki sesler izleyici protokolünde, ön sırada…
Sordum “yazmalısın” diyene; nedir bu “-meli -malı' lı cümleler” diye.
Döndüm “Yazıyı yetiştirmem lazım!” diyene; “lazım olma hali de nereden geliyor?” diye.
Yazmayı seven, beraber düşünmeyi seven, yazdıklarımın okunmasından memnun olan ve yazdıklarımın HT HAYAT’ ta paylaşılmasını seçen benim. Bu seçimlerin içinde hiçbir zorakilik yok iken, gönülden yapıyor iken bu eylemleri kendime kurduğum “zorunluluk temalı” cümleler nerden geliyor diye düşünmeye başladım.
Belli bir kaynak yok. Şu yaşımda, şu zamanda, şu kişiden duyduğum bir cümle bilinç altımda bu kalıbı oluşturdu diyemem. Bununla beraber, dilime pelesenk olmuş biçimde kendimi -meli, -malı lı cümleler ile, lazım, gerek, mecburum kelimeleriyle ifade ederken buluyorum.
Marshall Rosenberg Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili kitabında bu biçimdeki ifadeler için "hayata yabancılaştıran iletişim" tabirini kullanıyor. Ahlakçı yargıları, karşılaştırma yapmayı, kıyası, suçlamayı, sorumluluğu reddetmeyi, etiketlemeyi, eleştirmeyi "şefkati engelleyen ifade biçimleri" olarak tanımlıyor. Hakikaten, bir durup bakar mısın kendi haline; yapmak zorunda olduğunu düşündüğün bir şeyi yaparken içinde nasıl duygular canlanıyor? Zorunluluk haliyle yaptığın eylem için kendine neler diyorsun? ‘Hadi tatlım, bunu yapmak zorundasın’ gibi bir ifade ve bedensel yönelimle tamamlayabiliyor musun elindeki işi? Kendine dair içinde bir şefkat kırıntısı buluyor musun? Açıkçası içimde “yapmalısın, bitirmen gerek, mecbursun” diyen seslere karşı pek işbirlikçi davranmıyorum ben. İçimdeki canlılık tükeniyor, üfleye püfleye ve son derece asık bir surat ve cansızlıkla, süründüre süründüre tamamlıyorum elimdeki işi. Marshall Rosenberg bu biçimdeki ifadeler için “bizi doğamızdaki şefkatten uzaklaştırır” demiş. Ne de yerinde bir söylem, en azından benim deneyimimle bire bir aynı. Senin deneyimin nasıl bu konuya dair? Şu ana kadar fark etmediysen şimdiden sonra kendini gözlemlemek ister misin?
“Ders çalışmam lazım” diye masaya oturduğunda, “projeyi tam zamanında bitirmeliyim” diye kendinle konuşmaya başladığında “Pek de hoşlanmadığın o iş arkadaşınla görüşmen gerektiğini düşündüğünde neler hissediyorsun, bedeninde neler oluyor? Günlerce evini temizleyip son kalan odayı yapacak dermanın kalmadığında "o odayı da temizlemeye mecburum" derken nasıl hissediyorsun kendini? Bedeninde bir gerginlik fark ediyorsan, biraz nefes alış verişini yavaşlatmayı dener misin?
Gün içinde kendimle iletişimimde kullandığım bu zorunluluk halleri ne bana özel ne başkasına özel. Toplumların diline oturmuş bu ifade kalıpları hiyerarşik sistemin, baskıcı toplumların, dominasyon kültürünün eseri. Diğeri yaparken benim/senin yapmamanı eksiklik olarak gösteren, yapılmayanı yaptırmak için kullanılan bir araç bu ifade kalıpları. Buna ilave, bir de kıyaslanarak yetişen nesiller olarak içimizdeki ses kusur bulmaya odaklı oluyor hem kendisiyle ilişkisinde hem diğerleriyle ilişkisinde. Çünkü diğeri yaptıysa sende yapmak zorundasın bilinci var hepimizin zihninin derinliklerinde.
İyi-kötü, doğru-yanlış gibi bir bakış açısından yazmıyorum bu satırları. Şahsi hayatımda, bu zorunluluk hallerinin verimliliğini yaşadığım anlar olmuştur elbet ve aynı zamanda hiç birinin bilincinde değilmişim bedenimde yarattığı yoğun stresle ilişkili olarak.
Şiddetsiz İletişim ile beraber fark ettiğim, zorunluluk hallerinin ardında yatan ihtiyaçlar yani canlılıkla hayatımı sürdürebilmemi sağlayan kaynaklar.
Şunu demek istiyorum; eylemleri belirlerken mecburiyet ve zorululuk bilinciyle yaşam enerjimi tüketen bir yerden hareket etmek yerine, yaşam enerjimi ve canlılığımı besleyecek ve büyütecek hangi eylemleri seçebilirim ve bunları nasıl ifade edebilirim?
HT HAYAT için yazı yazmalıyım örneğime dönecek olursam; bunun bir zorunluluk olması benim yazma motivasyonumu eksilere düşüren bir ifade ve yaşam enerjimi de epey azaltıyor. Ben biliyorum ki, zorunluluk bilinciyle yaptığım hiçbir eylem bana canlılık katmıyor ve verim getirmiyor. Aynı zamanda, “Şimdi HT HAYAT için yazı yazmayı seçiyorum/istiyorum” demek ve ya “Yazılarımı okuyanlarla bağlantıya geçmek için bu akşam 1 saatimi HT HAYAT için yazı yazmaya ayırıyorum.” demek iç dünyamda motivasyon, heves ve sevincimi canlandırıyor.
Zorunluluk, gereklilik, mecburiyet halleriyle yaptığın eylemlere bir de böyle bir bakış açısıyla bakmayı denemek ister misin?
Her bir zorunluluk halinin ardında, içindeki canlılığı besleyecek bir ihtiyaçla buluşmak sana nasıl gelecek merakıyla,
Keyifli keşifler...
YORUMLAR