Ormana dönüş…
Deftere kaleme uzak düştüm yine. Günlerdir not bile almamışım. Bu yılın kaçıncı şoku, artık sürece alıştım. İlk hafta, hareketlilikten biraz zorlandım açıkçası, şimdi zamanlamamı daha iyi ayarlayabiliyorum yeni hayatımda.
Ben kâğıt kalemle yazarken bilgisayar kilitlenmiş, “yeniden başlat” dedi bilgisayara Selahattin. Başlatalım bakalım.
Babamın ilaçlarının takibi, sobasının kontrolü derken iki ev arasında mekik dokuyorum, birine gidince diğerinin işlerini düşünüyorum. Parçalanmış kişilik diye dalga geçiyorum kendimle…
Şehrin yorgunluğunu anca atabildim üzerimden, bir ay kalıp, üstelik de stresli bir zaman geçirdikten sonra dönüp eve yeniden uyum sağlamam zaman aldı. Ne neredeydi, hangi şeyden ne kadar kalmıştı? Her şeyi unutmuşum neredeyse. Deli danalar gibi dolandım durdum, ne yapıyordum onu da unuttum.
Ben yokken neler neler olmuş, gönüllü arkadaşlar gelmiş, odun kesip ekmek yapmışlar, hayata katılmışlar, bir taraftan kuzinenin yeri değişmiş, ev bambaşka bir ev olmuş, dolaplar için raf olmak üzere kestirdiğimiz tahtalar yerine çakılmış, sağda solda duran battaniyeler, bahçe yastıkları oralara yerleşmiş, bir hayli alan açılmış evde ve bahçede.
Her ne kadar ikiye bölünmüş olsam da kolaylaşan hayatıma bakıp seviniyorum. İnsanın kendini iyiye, rahata ve huzura layık görmesi bir süreçmiş! Ahanda benim sürecim! Geçen yıl bir sabah “neden biz kış zamanları küçük evde yaşamıyoruz, çok kolay ısınıyor, duş-tuvaleti de içinde” diye uyanmış, hemen harekete geçip Selahattin rahatsızlanmadan önce bir ay kadar orada uyuyup uyanmayı başarmıştım. Sonra yeniden bizim eve geçiş yapmış, orada da kalakalmıştık sonrasında.
Şimdi, babamın gelişiyle birlikte hayatımın en rahat gece uykularını uyuyorum. İki kişilik yatakta sere serpe yatıyorum, ılık bir yerde bölünüyor uykum, gece tuvalete kalktığımda da popom donmuyor. Her zorlukta bir kolaylık varmış, doğru hem de nasıl!
Şehrin ağırlığı omzumdaki yükünü hafifletse de, orada yaşayan canlarımı düşünüyorum zaman zaman, hâllerini… Koca şehri hatırlıyorum, tadı da kekremsiliği de damağımda. Hem beslenip geri döndüm İstanbul’dan, hem de besledim çocuğumu, uykusuna yatırıp, üzerini örtüp döndüm sanki. Aklım orada.
Kalbimse burada, ormanı çok özlemişim, her zamanki sakinliği ve şefkatiyle karşıladı beni, kızılgerdanlarını yolluyor bahçede yürürken, sohbet ediyoruz o minnoş cicikolarla. Oğuz yardıma geldi yine sağolsun, bugün onunla köye su vanamızı açmaya çıktık, günün öyle güzel bir saatini seçmişiz ki, ışık gözlerimi kamaştırdı, ışığı yedim, ışığı giydim adeta. Her şey bir masal gibiydi, yağmurun taşıdığı çam iğnelerinin oluşturduğu minik balkoncukları takip ederek suyun yolundan yukarı ilerledik. Balkoncuklarda biriken topraklardaki tohumlar çimlenivermiş. Arada arkamı dönüp bakmayı pek seviyorum yürürken, dönüp dönüp denize doğru baktım, pırıl mavi gökyüzünün altındaki rengine. Gölgede hızlandı adımlarım, güneşte yavaşladı, hepimiz ışığın peşindeyiz, şehirde güneşin vurduğu sokaklarda köpekler de yaylım yaylım güneşleniyordu. Var olduğumu hissettiriyor bana güneş, ışık ve baktığım her şey.
İnternete zaman ayıramıyorum bu aralar, çok arada bakarsam da ilgilendiğim gruplardaki sohbetleri takip etmeye zaman ayırmayı seçiyorum. Birazcık içime kapanıyorum, kendimi yeniden başlatmak için. Hâlim, nereye gittiğini bilmez bir gemi misali deryada dolanıyormuşum gibi gözükebilir uzaktan, aynı zamanda içimde her şeyi bilen tarafım her ne oluyorsa iyi olduğunu söylüyor, sakinim aynı anda.
Şimdilerde daha rahat bir ev hayali kuruyorum, rahattan kastım mutfağı ve tuvaleti içinde olması.
Hayaller gerçek oluyor zamanı gelince, sadece ne zaman olacağını bilme lüksüne sahip değiliz, bugünkü gerçekliğimin hayal edildiği zamanları hatırladıkça şükrediyorum. Nerelerden nerelere geldik!
Niyetler göğe salındı, gökler bilsin yeni evin zamanını, ben Aslı’nın geçen günkü hâlime isim koyduğu gibi “kaydıraklı akıştayım!” Kalbim de ruhum da ormanda yaşıyor…
YORUMLAR